![]() |
|
![]() |
#1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 ![]() |
![]()
FÂTIMA
İlk Müslümanlardandır. Kaynaklar onu, Ömer’in Müslümanlığı kabul edişine sebep olan kadın” diye anmaktadır. Kocası Zaîd b. Zeyd ile birlikte Müslüman olduklarında en çok korktukları kişi, o sıralarda azılı bir putperest olan Hattâb’ın oğlu Ömer idi: Fâtıma’nın kardeşi Ömer. Tarihe, Müslümanlığın ikinci halifesi diye geçmiş bulunan Hattâb oğlu Ömer, ilk Müslümanlara yaptığı işkence ve kötülüklerle ünlüydü o zamanlar… Onun dayanılmaz eziyetlerine maruz kalanlar içinde kız kardeşi Fâtıma ile, eniştesi Said b. Zeyd de vardı. Hattâb’ın kızı Fâtıma’ya İslam tarihindeki unutulmaz yerini kazandıran ve Ömer’in İslam’a geçişine sebep teşkil eden olay, kaynaklarımızda şu şekilde verilmektedir. Hz. Peygamber İslam’a çağrısını, Erkam’ın evinde sürdürdüğü sıralarda bir gün Ömer’le, bir başka Mekkeli olan Nuaym b. Abdullah karşılaşırlar. Ömer kılıcını kuşanmış, hiddetle ve koşar adımlarla bir yere gitmektedir. Nuaym nereye gittiğini sorar Ömer’e. Cevap şudur: “Kureyş gençlerini yoldan çıkaran, tanrılarımızı küçümseyen, toplum düzenin bozan şu Muhammed’in işini bitirmeye gidiyorum.” Nuaym der ki: “Hiç de iyi bir iş yapmıyorsun. Muhammed’in bir yığın kabileyle ilişkisi var, böyle bir şey yaparsan tüm bu kabileleri karşına almış olursun.” Bu sözler karşısında sinirlenen Ömer, Nuaym’ı tartaklamaya başlar ve bağırır: “Yoksa sen de mi sapıttın?” Bin dereden su getirerek kendini savunmaya uğraşsa da Nuaym, Ömer’i yatıştıramaz. Nihayet onu yakasından atmak için şöyle demek zorunda kalır: “Sen o kadar gayretliysen, git kendi ailendeki Müslüman olmuşlarla uğraş. Kız kardeşin, enişten, amcan oğlu Müslümanlığı çoktan seçtiler…” Beyninden vurulmuşa dönen Ömer, Nuaym’ı bırakıp geri döner, evin kapısına dayanır. Evde, esas aile fertlerinden başka, Hz. Peygamber tarafından öğretmen olarak gönderilen Habbab b. Eret de vardır. İçeridekiler Ömer’in geldiğini fark edince, hepsinde şafak atar. Habbab b. Eret uygun bir yer bulup gizlenir. Fâtıma ile Said, okumakta oldukları Kur’an parşömenlerini hemen saklarlar. Fakat Ömer durumu fark etmiştir; içeri dalar dalmaz kükrer: “Ne yapıyordunuz burada?...” Enişte Said biraz sert konuşur: “Sen herkesi, hükmün altında tutamazsın, ey Ömer, ne demek istiyorsun?” Said’in, bu sözü söylemesiyle, Ömer’in yıldırım gibi gelen yumruk darbesini yemesi bir olur. Said yere serilmiştir. Fâtıma, kocasının üstüne çullanan Ömer’i engellemek için atılır, ne var ki yediği bir darbeyle ağzı kanlar içinde kalır. Fâtıma ağlamaya başlar ve hıçkırıklar içinde, bütün İslam tarihi boyunca kulaklarda çınlayan şu sözleri söyler kardeşine: “Dinle ey Ömer, benim putları terk ettiğim, Lat ve Uzza’ya sırt çevirdiğim yolundaki bütün söylentiler doğrudur. Dinle ve bil ki Allah’ın birliğine, Muhammed’in de onun elçisi ve kulu olduğuna bütün ruhumla inanıyor, tanıklık ediyorum. İşte duydun, şimdi ne yapacaksan yap, hazırım…” Taş yüreğin yumuşama zamanı gelmiştir. Ömer, dizleri üstüne çöker. Gözleri yaşlarla doludur, ağlamaklı bir sesle sorar: “Okuduğunuz şey neydi, getir. Yaratanıma yemin ederim ki, dokunmadan size iade edeceğim.” Fatıma Kur’an sayfalarını uzatır bu kez… Okur, okur, okur Ömer…adde.) Elindekiler, Kur’an’ın Tâhâ ve Tekvîr Surelerinin baş taraflarıdır: Bu ayetlerin insan üzerindeki etkisini burada anlatacak değiliz. Ancak Ömer üzerindeki etkisine değinmek gereklidir. Ömer, Arap putperestlerinin kız çocukları diri diri gömecek kadar katı kalplilerindendi ve kaynakların bildirdiklerine göre, bizzat kendi kız çocuğunu diri diri gömmüştür. Ve çizilen tablo, gerçekten tam bir mucizedir, bir Kur’an mucizesidir. Bu mucize ile tüm katılığı, vahşeti ve dehşeti eriyen Ömer, ileride şöyle yakarabilecektir Tanrı’ya: “Allahım, öylesine sorumlu hissediyorum ki kendimi, Nil Nehri kıyısında bir kuzucuğun ayağı incinse, kendimi suçlu sayıyorum.” Ömer, mırıltı halinde sorar: “Müslümanlığa girmek için ne yapmak lazım?” Enişte ve hanımı cevap verirler: “Allah’ın birliğine, Muhammed’in de onun kulu ve peygamberi olduğuna inanman yeter…” ve Şehadet Kelimesi’ni tekrarlar Ömer. Ömer yine yoldadır. Peygamberlerin Sultanı’nın yanına gitmektedir. Fakat bu kez Muhammed’in boynunu vurmaya değil, önünde diz çökmeye gitmektedir. Gider ve Allah Resûlü’nün konuşmakta olduğu evin kapısına dayanır. Bir telaştır kopar içeride. Herkes kılıcına, bıçağına sarılır. Gelen, azılı düşman Ömer’dir. Allah’ın Resûlü buyurur ki ashabına: “Dokunmayın, gelsin. Allah onun hayrını diliyorsa o, İslam’ı seçecektir, eğer öyle değilse, onu durdurmak bizim için zor olmayacaktır.” Ömer içeri girer. Hz. Peygamber’e doğru yürür, tam yanına gelir. Herkes kaskatı kesilmiştir. Ama emir Peygamber emridir, kimse kıpırdamaz. Allah’ın Resûlü, dudaklarında tatlı bir tebessüm, Ömer’in giysisinin eteğini tutar ve şöyle seslenir: “Allahım, Ömer’i doğruya ulaştır.” Ve Ömer’in gözlerine bakarak, “Artık iman et ey Ömer!” diye hitap eder. Ömer diz çöker ve Şehadet Kelimesi’ni bir kez daha, son Resûl’ün önünde tekrarlar. Bütün sahabiler coşar ve tekbir sesleri, Safa tepelerini çınlatır. Kırkıncı Müslüman erkek de Şehadet Kelimesi’ni getirmiştir. Kadın Müslümanların sayısı ise, 11’dir o sırada… (Fâtıma binti Hattâb için bk. İbn İshak, p. 222-223, İbn Sa’d, 8/267; İbn Esîr; Üsd, ilgili madde ve ayrıca Umar b. Hattâb maddesi.)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 08:01 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 ![]() |
![]()
ÜMMÜ ŞERÎK GUZEYYE
İlk Müslümanlardandır. Baba adı Düdan veya Câbir olarak geçiyor. Bazı kaynaklarda, künyesi olan Ümmü Şerîk adıyla da geçen bu büyük kadın, Müslüman bir davetçi olarak Mekkeli birçok kadının İslam’ı seçmesini sağladı. İslam kaynaklarında yer alan mucizevî iki olayın kahramanı ve kendisini Hz. Peygamber’e hibe etmek isteyen kadınlardan biri olarak da ünlüdür. En eski kaynağımız İbn İshak, Hz. Peygamber’in onunla nikâhlandığını, fakat bir temas hali olmadan boşandıklarını yazarken, daha sonraki kaynaklardan İbn Habîb, boşanmanın, karı koca ilişkisi kurulduktan sonra meydana geldiğini kaydeder. Guzeyye, Hz . Peygamber’le mehir karşılığı normal bir evlilik yapmamış, Kur’an’ın sadece Hz. Peygamber’e tanıdığı bir imkânı kullanarak, kendini ona “hibe” etmiştir. Ahzâb suresinin 50. ayetine göre, herhangi bir kadın, hiçbir mehir şartı koşmadan, kendi isteğiyle Peygamber’e teslim olabilir. Hz. Peygamber’in, kendisine, bu niyetle başvuran birçok kadını reddettiği görülmektedir. İbn Sa’d’e göre, Guzeyye de bu reddedilenlerden biridir. DİN DAVETÇİSİ Guzeyye, Devs kabilesine mensup bir kadındı. İlk kocasından Şerîk adlı bir çocuğu olmuştu. Daha sonra o, bütün gayretini İslam’ı yaymak için seferber etti ve bu uğurda büyük ıstıraplara göğüs germeyi başardı. Bir Ramazan günü Müslüman olmuştu. Mekke’ye varmak, Hz. Peygamber’le görüşmek en büyük emeliydi. Bu konuda komşu Yahudilerden birinin yardımını istedi. İbn İshak’ın eserinde yer alan olayı, Guzeyye’nin kendi ağzından dinleyelim: “Yahudi beni Hz. Peygamber’e götüreceğini vaat etti. Yanıma su filan almama da engel oldu. Her türlü yiyecek, içecek ihtiyacımı da o karşılayacaktı. Yola çıktık. Akşam oldu. Yahudi yemekleri çıkardı, “Hadi ye.” dedi. Ben “Önce su isterim, su içmeden bir şey yiyemem.” dedim. Adam, “Yahudiliği kabul etmedikçe, su vermem sana.” diye konuştu. Ben dedim ki: “Vallahi bana bir damla bile su vermesen, Allah’ın bana nasip ettiği İslam’ı tepip de Yahudiliği kabul edemem.” Sonra çökmüş bulunan devemin yanına gidip oturdum ve az sonra da uyudum. Uykumdan beni, yüzüme dökülen soğuk bir suyun damlaları uyandırdı. Başımı yukarı kaldırdım, bir kırbadan buz gibi tatlı bir su başımdan aşağı akıyordu. İçtim, kanasıya içtim, kırbamı doldurdum. Ve sonra su kendiliğinden göğe doğru çekilip kesildi. Sabahleyin yanıma gelen Yahudi, alaylı bir dille sordu: “Nasılsın, hâlâ ısrar mı ediyorsun?” Dedim: “Allah beni sudan doyurdu, bana göklerden su gönderdi…” Nihayet bu adamdan ayrılarak, tek başıma Mekke’ye gelip Allah Resûlü ile buluştum ve olayı ona, olduğu gibi anlattım…” SÜRGÜN VE İLAHÎ LÜTUF Mekke’de yoğun bir tebliğ faaliyetine girişen Guzeyye, kısa bir süre sonra, Mekke putperestlerinin dikkatini çekti. Bir kadın olduğu için, onu uluorta öldüremediler, fakat çalışmalarını sürdürmesine göz yummaları da mükün değildi. Nihayet, onu putperest tacirlerden oluşan bir ticaret kervanına teslim edip, Yemen’e doğru sürgüne gönderdiler. Guzeyye’nin başından geçen ikinci mucize olay da bu sürgün sırasında meydana gelmiştir. Yine kendisinden dinleyelim: “Kervancılar, beni bir deveye bindirdiler. Ne yiyecek veriyorlardı ne de su. Bu şekilde, üç gün yol aldık. Ben kendimi kaybetmiştim. Bir konaklama yerinde, beni kenara atmış, ölüme terk etmişler. Ben, yüzüme akan soğuk bir suyun okşayışı ile uyandım. Baktım, ellerim arkadan bağlı, yüzüme ağzıma akan sudan, kana kana içtim. Mola süresi bittiğinde, onlar yola çıkmadan, benim ne olduğumu bir kez daha görmek istemişler. Geldiler, baktılar ki ben ayılmış ve zindeleşmişim. Hayretle, şöyle söylendiler: “Demek ipleri çözüp, bizim suları çalmış.” Ben dedim ki: “Hayır, öyle bir şey yok, durum şu, şu şekilde olmuştur.” İnanmadılar, koşup su kırbalarına baktılar. Suları yerli yerindeydi. Bu hali görünce, şöyle haykırdılar: “Yemin ederiz ki, senin inancın, bizim inancımızdan üstün ve hayırlı…” Ve o anda hepsi birden Müslüman oldular ve beni hazırlayarak, tekrar Mekke’ye, Hz. Peygamber’in yanına gönderdiler…” (Guzeyye için bk. İbn İshak, p.401, 443; İbn Sa’d, 8/154-157; İbn Habîb, 81-82; İbn Esîr; Üsd, ilgili madde.)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 08:02 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 ![]() |
![]()
ÜMMÜ HARÂM GUMEYSA
Bu şehit kadın, ünlü sahabi Ubade b. Saamit’in eşidir. Hz. Peygamber, onların evlerine gider, zaman zaman da, orada kaylûle (Gündüzün, özellikle öğlen saatlerinde bir süre uyumak. Hz. Peygamber, kaylûleyi sürekli uygulamış ve tavsiye etmiştir.) yapardı, yani öğle uykuları uyurdu. Yine böyle bir uykunun ardından, Ümmü Harâm’ın şehitliğini hazırlayan ilginç bir olay oluyor. Kendisinden dinleyelim: “Hz. Peygamber bize gelir, bazen de öğle uykuları uyurdu. Bir gün, uykusundan uyandığında tatlı tatlı tebessüm ettiğini gördüm ve sebebini sordum. Buyurdular ki: “Ümmetimden bir topluluğun, deniz üstünde, sultanların tahtlarına oturdukları gibi oturdukları bana gösterildi. Bunun üzerine ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, ne olur, dua buyurun da ben de onlardan olayım.” Ve Allah elçisi dua ettiler ve dediler ki: “Sen de onlardan olacaksın.” Nihayet, Ümmü Harâm tertiplenen bir sefere, kocası Ubâde ile katıldı. Ve seferin deniz yolculuğu bittikten sonra, asker kadına binek olarak bir katır verdiler. Ümmü Harâm’ın bu katıra binmek istediği andır ki, Hz. Peygamber’in şehitliğe ilişkin mucize beyan tecelli etti: Katır huysuzlaştı: Ümmü Harâm düştü ve boynu kırılarak can verdi… (Ümmü Harâm için bk. İbn Sa’d, 8/434-435; İbn
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 08:02 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 ![]() |
![]()
Es ÜMMÜ VARAKA
Bu gayretli, hizmetli ve bilgili kadın sahabi, bir Peygamber mucizesinin gerçekleşmesine sebep olmakla da ünlüdür. Esasen, Ensar’dan yani Medine Müslümanlarından olan bu kadın sahabi Bedir Harbi öncesinde, Hz. Peygamber’e gelip şunu rica etti: “Müsaade edin, ben de savaşa katılayım. Yaralıları tedavi ederim. O sırada belki Allah bana şehitlik mertebesi nasip eder.” Hz. Peygamber, bu isteği kabul etmekle beraber, Ümmü Varaka’ya, peşinde olduğu şeyi vaat etmekte de gecikmedi. Dedi ki ona: “Sen evine git, ev halkına, evine gelenlere imamlık et, namaz kıldır. Şunu bil ki, Allah sana şehitliği nasip edecektir.” Ümmü Varaka, erkeklerin de bulunduğu cemaate imamlık yapmakla görevlendirilen bir kadın olarak da dikkat çekmektedir. Hz. Peygamber, bununla da kalmadı. Sık sık bu kadını ziyarete gider ve beraberindekilere: “Hadi gidip bir şehide (kadın şehit) ziyaret edelim.” derdi. Kendisinin, ölümünden sonra serbest kalacaklarını vaat ettiği bir cariye, bir de erkek kölesi vardı. Bunlar, bir an önce serbest kalabilmek için, bu hizmet kahramanı kadını, bir gece boğdular. Aradan yıllar geçmesine karşın, Hz. Peygamber’in mucize beyanı gerçekleşiyordu. Devrin halifesi Ömer, bir yandan katilleri yakalatırken, bir yandan da şöyle diyordu: “Allah Resûlü, bu kadını ziyarete giderken, “Gidip bir şehit ziyaret edelim.” derdi. O sözün nasıl bir mucize sergilediğini, şimdi anlıyorum." Katiller yakalndı ve Medine’de asıldılar. Kaynaklara göre, bu “asma yoluyla idam” Medine’de ilk kez bu canilere uygulanmıştır. (Ümmü Varaka için bk. İbn Sa’d, 8/457; İbn Esîr; Üsd. İlgili madde.)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 08:03 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 ![]() |
![]()
EBU ZEYD KIZI HALİME
İslam öncesi Arap Yarımadası’nın en güçlü geleneklerinden biri de çocukların, doğumlarından bir süre sonra şehir dışında yaşayan bir sütanneye verilmeleriydi. Bu âdet, özellikle Mekke halkı tarafından saygıyla korunmuştur. Bunun sebepleri arasında şu iki nokta, özellikle önemlidir: Çocukların, havası sağlığa zararlı olan şehirden uzak bir çevrede büyümeleri ve Arap dilinin esası olan Bâdiye lisanının öğrenilmesini kolaylaştırmak. Sütanneye verilen îr; Üsd, ilgili madde.) çocuk, bir yandan daha sağlıklı büyüyecek, öte yandan Araplar için bütün değerlerin en kutsalı addedilen dili, ideal şekliyle öğrenecektir. Sütannelik, süt kardeşlik, kısaca, süt emme aracılığıyla kurulan yakınlıklar, Araplar için son derece yararlı olduğundan, gerek çocuk gerekse anne tarafı, böyle bir seçimde en iyiyi yakalamak için didinirlerdi. Ve bu işin Mekke şehrinde âdeta sanayii kurulmuştu. Çölden belirli zamanlarda gruplar halinde gelen sütanne adayları, en zengin ve en itibarlı ailelerin çocuklarını almak için yarışırlarken, Mekkeli aileler de, çocuklarını sütü bol, sıhhatli annelere teslim etmek için çok titiz davranırlardı. Müstakbel peygamber, doğumundan hemen sonra, sıhhatli ve sütü bol bir kadın olarak dikkat çeken ve fakat fakir bir köle olan Süveybe’den süt emecekti. Ne var ki Süveybe, hür bir çocuğa süt vermek için önce azatlanmalıydı ve bu iş Abdülmuttalipler için zor olmadı. Zira, Süveybe, müstakbel nebinin amcası Ebu Leheb’in, ileriki tarihlerde en büyük İslam düşmanları arasına katılacak Ebu Leheb’in kölesiydi ve amca Ebu Leheb, Süveybe’yi hemen azatladı. Ve Süveybe, Muhammed’i emzirdi. Muhammed’le birlikte daha iki kişiye süt verdi Süveybe: Peygamber’in küçük amcası Hamza ve bir başka Mekkeli olan Ebu Seleme b. Abdülesed. İslam Peygamber’i bu iki kişiyi hayatı boyunca “kardeşim” diye anacak ve ileriki tarihlerde, mesela Hamza’nın “güzel” kızını nikâhlaması teklif edildiğinde, “Hamza benim kardeşimdir, onun kızını nasıl nikâhlarım?” diye cevap verecektir. Gerçekten de, İslam tarihinin en eski ve değerli kaynakları, bize şunları bildiriyor: Hz. Muhammed, sütanne, daha doğrusu, ilk sütanne Süveybe’yi asla unutmamış ve Süveybe yaşadığı sürece ona hediyeler göndermiş, hatırını sorup “annem” diye iltifat etmiştir. Hicretin 7. yılında, Hayber fethinden dönen Hz. Peygamber Medine’ye gelen habercilerden, Süveybe’nin ve oğlu Mesrûh’un öldüğünü öğrenince, gözyaşlarını tutamayacaktır. Konunun Ebu Leheb’le ilgili kısmı ise, kamu vicdanında Hz. Peygamber’e saygı ve hizmetin tuttuğu yeri anlatması bakımında çok ilginçtir. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Ebu Leheb, ölümünden kısa bir süre sonra rüyada görülür ve kendisine “Halin nedir?” diye bir soru sorulur. Cevap şudur: “Halim çok perişan, işkence ve azapların kahredicilerine maruz kalıyorum. Dünya hayatımdan yararını gördüğüm tek şey var: Süveybe’yi, Muhammed’e süt vermesi için azat etmiş olmam. Kahır ve azabın, yalnız bu davranışım hürmetine biraz hafifletiliyor.” BİZE BİR YETİM KALDI Süveybe, müstakbel peygamberi emzire dursun, Bâdiye’nin gürbüz ve göğsü süt dolu hanımları, emzirecek yeni çocuklar bulmak üzere, Mekke’nin ünlü Ukaz panayırını doldurdular. Seçen, seçtiğini aldı, çöle döndü… Benû Sadr b. Bekr kabilesinden Halime de kendisine para ve imkân sağlayacak bir Mekkeli çocuk bulmak ümidiyle gelmişti. Kocası da yanındaydı. Sütü bol olmadığı için çok zengin ailelere fazla sokulmamıştı, ama “yetim” diye bilinen bir çocuğa anne olmayı da düşünmüyordu. Fakat, durum düşündükleri gibi olmadı… Bir de baktılar ki, kala kala yalnız yetim Muhammed kalmış… Kocasıyla durumu görüştü Halime. Nihayet eli boş dönüp, diğer sütanne kadınlar önünde mahcup olmaktansa bu yetimi almaya karar verdiler. Esasen Halime’nin, kendisini emen bir çocuğu daha vardı, Muhammed de ona eş olacaktı. Çocuk, esas anne Âmine tarafından Halime’ye teslim edildi: Âmine, Halime’nin dikkatini çekmekte gecikmemiştir. Dedi ki sütanneye: “Ey Halime, şunu iyi bil ki, istikbalde, farklı bir mevki işgal edecek bir çocuk aldın. Ben bu çocuğa hamile olduğum andan onu doğurduğum ana kadar çok harika şeylere şahit oldum ve bana gaipten dendi ki: “Sen dünyanın efendisi olacak bir çocuk doğuracaksın, onun adını Muhammed koy.” Halime bu sözleri hemen kocasına duyurdu. Koca buna o anda bir anlam veremediyse de, az sonra birlikte izledikleri bir mucize, onları bu sözler üzerinde düşünmeye zorladı. Muhammed’i emzirmek üzere göğsüne bastıran Halime, göğüslerinin bir anda sütle dolduğunu, hayretle seyretti. Bir şey daha dikkatini çekti Halime’nin: Muhammed, göğüslerin yalnız birini emiyordu. Ötekini, kardeşçe bir paylaştırmayla, Halime’nin çocuğuna bırakıyordu. Halime, daha sonra yaptığı birçok tecrübeyle, bunu tekrar tekrar yaşayacak ve görecektir ki, sağ veya sol, yalnızca bir memeyi emmekte ısrar etmektedir Muhammed. Halime’nin hayreti, çöle, kabilesi içine döndüğünde, iyice büyüyecektir. Görecektir ki, kurumak üzere olan keçi ve koyunları, bol miktarda süt vermeye başlayacaklar, sürüdeki diğer hayvanların aksine, Halime’ninkiler her gün iyice doymuş olarak eve dönecekler ve dikkat çekecek derecede semirecekler. Halime’nin, Muhammed’den biraz daha büyük kızı Şeyma, ilerleyen zaman içinde süt kardeşi Muhammed’in daha başka fevkaledeliklerine tanık olacak ve annesine bunları haber verecektir. Kaynakların verdiği bilgilerden, bu tip müşahadelerin defalarca vuku bulduğu anlaşılıyor. Esasen, beş yılı aşkın bir zaman sütanne ile kalan müstakbel nebinin, bu olayların tekrarı için zaman oldukça genişti. Şeyma’nın izlediği fevkaledeliklerin başında şu geliyor: Kavurucu çöl sıcağında, Muhammed’in başı üstünde sürekli bir bulut duruyor ve Muhammed yürüdükçe o da yürüyordu. Bu ilahî şemsiyeden yararlanmada gecikmeyen Şeyma, bunu önüne gelene anlatmaktan da çekinmiyordu. O devir Arapları, birçok konuda olduğu gibi, çocuklarının istikballerini öğrenmek için de kâhin veya arrâf denen ve genel anlamda bir nevi falcı olan kişlere baş vururlardı. Halime, Muhammed’in bu normalüstü hallerini görünce, onu alıp bir Yahudi arrâfa götürdü. Arrâf, çocuğu iyice tetkik ettikten sonra, bağırmaya başladı: “Ey halk, bu çocuğu öldürün. Bu, ileride sizin ilahlarınızı inkâr edecek, kutsal tanıdığınız şeyleri söküp atacak…” Halime, iyice endişelenmiş, korkmuştu. Muhammed’i alıp Mekke’ye geldi. Âmine’ye endişelerini anlattı. Âmine dedi ki: “Korkma, ona hiçbir şey olmaz. O, göklerin himayesindedir.” Halime geri döndü, fakat ne olursa olsun civarından uzaklara, asla bırakmadı. Hz. Peygamber, Halime’nin yanında, 6 yaşına kadar kaldı. Bu sırada, annesi Âmine’yi de kaybetmişti. Bahsimizin Halime ile ilgili kısmına gelince: Kaynaklarımız bize bildiriyor ki Hz. Peygamber, sütanne Halime ve yakınlarına, çok itibar etmiştir. Halime’nin her ziyaretinde, onu “annem, annem” diye kucaklar, bizzat kendi giysisini yere serip, sütanneyi onun üstüne oturtmak gibi bir incelik gösterirdi. Halime’nin kendisi yanında kocası Hâris, oğlu Abdullah, kızları Huzâfe ve Şeyma, (bir adı da Üneys’dir), aynı şekilde sevgi ve iltifat görmüşlerdir. Bunu da ötesinde, ileriki zafer yıllarında, Halime’nin kabilesi, Müslüman askerlerin eline esir düşüp malları müsadere edildiğinde, onlar, Halime’nin “anneliğinden” istifade ile hem serbest kaldılar hem de mallarına kavuştular. Halime ve kocası Hâris’in oldukça erken bir devirde, Müslaman oldukları anlaşılıyor. Kaynaklara göre Hâris, ilk vahyin gelişinden kısa bir süre sonra Mekke’ye geldiğinde, Kureyş putperestleri, onun çevresini sarıp şöyle yakınmışlardı: “Yahu, bu senin süt oğlun neler söylüyor, biliyor musun? İnsanlar ölümden sonra dirilecekmiş, kötülük edenler, ceza görecekmiş, falan filan… Bu düşüncelerle toplumun düzenini bozdu, bizi birbirimize düşürdü…” Hâris, bu konuyu Hz. Peygamber’le konuştu. Dedi ki Hz. Peygamber: “Evet öyledir ey baba. O diriliş gününde ben senin elini aynen şu andaki gibi tutacağım ve bu günü sana hatırlatacağım.” Bunları dinleyen, Hâris, Müslümanlığını ilan etti ve şaşıranlara dedi ki: “Benim süt oğlum bir insanın elini tutunca, götüreceği yer ancak cennet olur. Ve o beni cennete götürecektir.” Halime ve ailesi, sonraki yıllarda kıtlık veya benzeri bir sebeple daraldıklarında, Peygamber ailesine başvuracak ve ihtiyaçları giderilecektir. Kaynaklar bize, bu gibi zamanlarda Peygamber eşi Hatîce’nin sütanne ailesine kırk, elli koyun, birkaç deve vermek gibi, gerçekten hayranlık uyandıracak cömertlikler gösterdiklerini bildiriyor. Halime bahsini kapatmadan, bir noktaya daha değinmek isteriz:: Sütanne Halime, Hz. Peygamber’le aynı yaşta olan ve Hz. Peygamber’e azılı düşmanlıkların sahibi olarak bilinen Ebu Süfyan b. Hâris’e (Muaviye’nin babası değil) de kısa bir süre süt emzirmiştir. Bir başka deyimle Ebu Süfyan, Hz. Peygamber’in süt kardeşidir. Bağış, lütuf ve cömertliğin, insanlık tarihinde, en büyük temsilcisi olan Hz. Muhammed’in bu “kardeşlik”e bile önem verdiğini görüyoruz. Yirmi küsur yıllık bir mücadeleden sonra yenik düşenlerden biri olan Ebu Süfyan, Mekke fethi sırasında İslam Peygamberi’nin affına sığındığında, Hz. Peygamber, kendisine en ağır şekilde saldırıp söven bu adama “kardeşim” diye hitap etmek gibi, aklın alamayacağı bir büyüklük göstermiştir. Bu hitap üzerine, Ebu Süfyan’ın yaptığı ise şudur: Kendisinden dinleyelim: “Yemin ederim ki, o sırada bir binit üstünde olan Peygamber’in ayaklarını öptüm…” Manzaranın arka planı düşünüldüğünde insanlık tarihinde, Hz.Muhammed’in insana bakışı, izlediği hayat tarzı, gerçekleştirdiği devrim ve nihayet kaydettiği zafer, eşsiz bir biçimde karşımıza dikilir…, bir daha Muhammed’i evin (Halime için bk. İbn İshak, p.31-32; İbn Sa’d, 1/108-114, 150-151; İbn Hişâm, 1/160 vd. İbn Esîr, Üsd, 6/144-146) (ASRISAADET’İN BÜYÜK KADINLARI” PROF. DR. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar... Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 10:22 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
asrısaadet’in, büyük, kadınları |
|
|