hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kadere İman > Kader

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 6. October 2008, 08:26 AM   #1
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Daha sonra bu cebirci görüş Cehm b. Safvân’ın yanı sıra Emevîler’i destekleyen kitlelerce benimsenmekle birlikte bazı âlimlerce eleştirilmiştir. Bunların başında Ma‘bed el-Cühenî gelir. Ma‘bed, Emevîler’in kadere ilişkin yorumlarını reddederek hocası Hasan ı Basrî’nin görüşüne başvurmuş, o da kazâ ve kaderi inkâr etmenin mümkün bulunmadığını, fakat kaderi kulları günah işlemeye zorladığı şeklinde anlamanın YÜCE ALLAH’A yapılmış en büyük iftira olduğunu belirtmiştir. Ma‘bed el-Cühenî’nin ardından Vâsıl b. Atâ ve Gaylân ed-Dımaşkı de onun görüşünü benimsemiştir (bk. Kaderiyye).

Klasik dönem kelâmcıları kader probleminin ortaya çıkışını iç sebeplere bağlarken çağdaş bazı yazarlar bunu yabancı kültürlerden kaynaklanan etkenlerle irtibatlandırır. Zira müslümanlar fetihler sonunda yahudi ve hıristiyanlarla karşılaşıp dinî konuları tartışmıştır. Bu çerçevede Dımaşk’ta Yuhannâ ed-Dımaşkı’nin Ma‘bed el-Cühenî ile tartışması sonunda kader probleminin müslümanlar arasında yayıldığı kabul edilir (Abdurrahman Bedevî, I, 118–120).

Ancak bu olayı, değişik kelâm okullarının oluşmasında rol oynayan köklü bir itikadî problemin başlıca sebebi olarak görmek isabetli değildir. II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren itikadî problemler arasında önemli bir yer tutan kadere dair tartışmalar daha çok İLİM, KUDRET, İRADE ve TEKVİN gibi sıfatlarla irtibatlandırılarak devam etmiş ve genelde kadere iman dört mertebede incelenmiştir.

1. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Önceden Bilmesi. İnsanlara ait ihtiyarî fiiller de dâhil olmak üzere YÜCE ALLAH’IN bütün nesne ve olayları vuku bulmadan önce bilmesi ilim sıfatının kapsamıyla ilgili olup kaderin ilk mertebesini teşkil eder. Bu konuda âlimlerce üç farklı görüş ileri sürülmüştür.

a) YÜCE ALLAH’IN ezelî ilmi mükelleflerin ileride ne yapacaklarına değil sadece onların hür olduklarına, İMAN ve İMKARIN yanı sıra İTAAT ve İSYAN alternatiflerinden dilediklerini iradeleriyle tercih edeceklerine taalluk eder, onların tercihlerine ise ancak gerçekleştikten sonra vâkıf olur. Tercihlerini önceden bilseydi kulların bu ilâhî ilme aykırı davranmaları imkânsız hale gelirdi, çünkü ilâhî ilim gerçeğe ters düşmez. Kulların ilâhî ilme uygun tercihler yapmaları ise fiillerinde mecbur oldukları anlamına gelir.

YÜCE ALLAH, belli kişilerin iman etmeyeceğini önceden bilseydi peygamberler yoluyla emir ve tâlimat göndermesinin anlamı kalmazdı. Nitekim Hz. Mûsâ ve Hârûn’a Firavun’a tebliğde bulunurken etkilenmesi ümidiyle nazik davranmalarını emretmiştir (Tâhâ 20/43–44).

HZ. KUR’AN’DA da doğru sözlülerle yalancıların ve sabredenlerle cihad edenlerin kimler olduğunu bilmesi için YÜCE ALLAH’IN insanları deneyip imtihana tâbi tuttuğu belirtilmiştir (meselâ bk. el-Bakara 2/143; Âl i İmrân 3/140–142; el-Kehf 18/12; Muhammed 47/31; el-Mülk 67/2).

Erken dönem Şiî âlimlerinden Hişâm b. Hakem, Mu‘tezile’den Muhammed b. Nu‘mân’ın yanı sıra çağdaş bazı araştırmacılar bu görüştedir (Hayyât, s. 85–86; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 315, 335–336; Mustafa Sabri, s. 14–15).

Fârâbî ile İbn Sînâ da, YÜCE ALLAH’IN sadece küllîleri bildiğini, cüz’îleri ve dolayısıyla tek tek insanların ne yaptığını bilmediğini belirterek buna yakın bir görüş ileri sürmüşlerdir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 186–187; Fâruk ed-Desûkı, II, 402–403).

b) Yetkin bir varlık olması itibariyle YÜCE ALLAH vuku bulacak her şeyi ezelde bilir, bu da bütün nesne ve olayların ilâhî ilme uygun bir şekilde meydana gelmesini zorunlu kılar; başka bir ifadeyle kulların fiillerinde mecbur olduklarını ve ilâhî ilme aykırı bir eylem yapma irade ve gücüne sahip bulunmadıklarını kanıtlar. Aksi bir telakki YÜCE ALLAH’IN gaybı bilmediği sonucuna götürür, bu ise O’nun yetkin oluşuyla bağdaşmaz. Cebriyye’nin yanı sıra Fahreddin er-Râzî ve Mustafa Sabri gibi Eş‘arî âlimleri bu görüşü savunur (Râgıb el-İsfahânî, el-İ’tikadât, s. 281–282; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, II, 42–43; Mustafa Sabri, s. 58–59).

c) YÜCE ALLAH bütün nesne ve olayları vuku bulmadan önce ezelî ilmiyle bilir. HZ. KUR’AN’DA belirtildiğine göre Hz. Âdem’in günah işleyeceğini, bu sebeple onu cennetten çıkarıp yeryüzünde halife yapacağını Cenâb ı Hak önceden bilmiş ve bunu meleklere haber vermiştir (el-Bakara 2/30–33). Aklî deliller de bilgisizliğin eksiklik doğurduğunu ve YÜCE ALLAH’A cehil nisbet et-menin mümkün olmadığını ortaya koyar. Ancak YÜCE ALLAH’IN her şeyi önceden bilmesi mükelleflerin fiillerini icbar altında yaptıklarını göstermez. Zira geleceği bilmek geçmişi bilmek gibidir. Geçmişi bilmek gerçekleşmiş olayların vukuu üzerinde etkili olmadığı gibi geleceği bilmek de gerçekleşecek olaylar üzerinde müessir olmaz. Çünkü etki olayı onu gerçekleştiren fâilin irade ve kudretini sarf etmesine bağlıdır (Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 221).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:38 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:27 AM   #2
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

İlâhî ilim kulların irade ve kudretlerini ortadan kaldırmaz, aksine YÜCE ALLAH kulların fiillerini hür irade ve kudretleriyle yapacaklarını bilir. Takdir ilâhî ilme, o da mâlûma tâbi olduğundan bilgiye konu teşkil eden nesne ve olaylar (mâlûm) üzerinde etkide bulunmaz. YÜCE ALLAH hangi sonuçların hangi sebeplere bağlı olduğunu, bunlara kimlerin başvuracağını ve nasıl bir netice elde edeceğini, yani nesne ve olayları sebep ve sonuçlarıyla birlikte ezelde bilir. Kullara ait fiiller ezelde YÜCE ALLAH tarafından bilindiği için bunlar vuku bulsaydı iyi fiil sahiplerinin övülmesi ve kötü fiil yapanların yerilmesi anlamsız kalır, sonuç olarak bu durum adaletle bağdaşmazdı (Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 170–171; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 89–91; Beyâzîzâde, s. 251–252, 280).

Şu halde YÜCE ALLAH ezelde kimin cennete, kimin cehenneme gireceğini bilir. Kulun cennete veya cehenneme girmesi ilâhî ilmin değil iyi veya kötü amel işlemenin sonucudur. Bu sebeple kimse iyi amel işlemeden cennete, kötülük yapmadan da cehenneme girmez (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, II, 43–45; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 91–92). Mu‘tezilî, Selefî ve Sünnî âlimler bu görüştedir.

HZ. KUR’AN’DA YÜCE ALLAH’IN genel anlamda nesne ve olayları vukuundan önce bildiğine temas edilmekle birlikte bu ilmin gaybî ve bilkuvve bir nitelik taşıdığını, varlık ve olaylar vuku bulduktan sonra aynî ve fiilî hale geldiğini kabul etmek gerekir. Zira YÜCE ALLAH nesne ve olayları ezelde gerçekleşmiş olarak değil gerçekleşecek diye bilir. Nesne ve olaylar vuku bulduktan sonra ise onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilir. Çünkü mevcut olmayan bir şeyi mevcut olarak bilmek imkânsızdır. Buna göre ilâhî ilmin nesne ve olaylarla irtibatı iki türlüdür. Biri YÜCE ALLAH’IN var olacak her şeyin vuku bulacağını ezelde bilmesidir, bu kadîmdir. Diğeri de nesne ve olayların vuku bulmasından sonra onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilmesidir, bu ise hâdistir. İbn Teymiyye ve Reşîd Rızâ gibi Selef âlimleriyle bazı Sünnî kelâmcıları bu görüşü benimser (Hayyât, s. 92; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 338; Siyâlkûtî, s. 25–26; Reşîd Rızâ, II, 9; IV, 148–150).

2. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olaylara İlişkin İlmini Yazması. Bu konuda da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a) YÜCE ALLAH kâinatı yaratmadan önce kalemi ve levh i mahfûzu yaratmış, vuku bulacak her şeye dair ilmini levh i mahfûza yazmıştır. Ancak bu yazma fiili nesne ve olayların tasvirinden ibarettir. Bu, ‘’Belli bir zamanda ve belli bir yerde şöyle şöyle vuku bulacak’’ tarzında bir tasvir olup ‘’vuku bulsun’’ şeklinde bir hüküm değildir. Dolayısıyla kâinata dair ilâhî ilmin levh i mahfûza yazılması insanları fiillerinde icbar altında bırakmaz. Nitekim insan levh i mahfûzda ne yazıldığını bilmeden kendi hür iradesine göre davranır. Selefiyye, Sünnî kelâmcıları ve İsnâaşeriyye Şîası bu görüştedir (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, XVI, 85; XXIX, 237; Beyâzîzâde, s. 72, 271–279; Reşîd Rızâ, VII, 471–478).

b) YÜCE ALLAH’IN levh i mahfûza yazdığı olaylar sadece insanların başına gelecek olan felâket ve musibetlerdir. Mükelleflerin fiilleri levh i mahfûza yazılsa bile bu yazıya aykırı fiiller yapabilirler. Eğer levh i mahfûza yazılanlara aykırı davranmak mümkün olmasaydı insanlar önceden haklarında yazılanları yapmaya mecbur kalırdı. Bu aynı zamanda YÜCE ALLAH’IN irade ve kudretini sınırlar ve dilediğini yapan bir varlık olma niteliğini ortadan kaldırır. Mu‘tezile ve Zeydiyye âlimleri bu fikri savunur (Hâdîİlel-hak, II, 38, 113, 214; Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 336). c)

YÜCE ALLAH’IN nesne ve olayları levh i mahfûza yazması, bir melek olan kalemin gerçekleri düşünmesi ve kavradığı anlamları yine bir melek olan levh i mahfûza aktarmasıdır. Bu da İbn Sina’nın görüşüdür (Faruk ed-Desûkı, II, 492–493).

3. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Dilemesi. İlâhî irade ile nesne ve olaylar arasındaki ilişkiye dair görüşler de farklıdır.

a) YÜCE ALLAH iyi kötü, hayır şer, iman-inkâr, itaat-isyan türünden olan her şeyin vuku bulmasını diler. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Olmasını dilemediği halde hükümranlığı altında kötülüğün, inkâr ve isyanın gerçekleşmesi aciz olmasını gerektirir, bu ise muhaldir. Naslarda hiçbir varlık ve olayın ilâhî iradenin kapsamı dışında kalmadığına işaret edilir. İnsanların hak yoldan ayrılmamak için YÜCE ALLAH’TAN yardım istemeleri de ilâhî iradenin enginliğini gösterir. Aslında insan farkına varmadan ilâhî iradeye göre hareket eder. Zira onun karar ve davranışları zihninde bulduğu düşüncelere bağlıdır, bu düşünceleri zihinde yaratan ise YÜCE ALLAH’TIR. Her şeyin ilâhî iradeye tâbi olmadığını iddia etmek YÜCE ALLAH’IN başka iradelere uyduğunu kabul etmek anlamına gelir; bunun da ulûhiyyetle bağdaşmadığı açıktır. Şu halde her şey bir sebep ve hikmete dayanmaksızın ilâhî iradeye bağlıdır. Selefiyye’nin erken devir âlimlerinin yanı sıra Cebriyye ve Eş‘ariyye kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir (Âcurrî, s. 150–167; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, IX, 107; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 254–255).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:58 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:28 AM   #3
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

b) Her şey YÜCE ALLAH’IN iradesine uygun olarak gerçekleşir, ancak ilâhî irade sebepsiz ve hikmetsiz değil aksine yaratıkların tutum ve davranışlarıyla imtihana tâbi tutulmalarına ilişkin sebep ve hikmetlerle irtibatlıdır. YÜCE ALLAH’IN izin vermediği ve dilemediği bir olayın meydana gelmesi imkânsızdır. Bu bağlamda YÜCE ALLAH her insanın mümin olmasını dilememiştir, dileseydi herkes mümin olurdu. Herkesin kendi iradesiyle mümin olmayı dilemediğini bildiğinden İMAN ve İTAAT etmek isteyenin MÜMİN, İNKÂR ve İSYAN etmek isteyenin KÂFİR ve FASIK olmasını dileyip böyle bir düzenleme yapmıştır. Zira insanları dünyada imtihana tâbi tutmak bunu gerektirir.

Şu halde YÜCE ALLAH her şeyi bir hikmetin gereği olarak diler ve takdir eder. Ancak insanların sınırlı bilgileriyle bütün ilâhî hikmetleri kavramaları imkânsızdır. Ayrıca YÜCE ALLAH, insanların inkâr ve isyan etmelerini dinî teşriî iradesiyle değil tekvini iradesiyle diler, yani bunların gerçekleşmesine izin verir. Kullarının iman ve itaatini ise dinî teşriî iradesiyle diler ve bunlardan razı olup müminleri sever, kâfir ve fâsıkları ise sevmez. Selefiyye’nin müteahhirîn devri âlimleriyle Mâtürîdî kelâmcıları ve Râgıb el-İsfahânî bu görüştedir (el-İ’tikadât, s. 265; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 147, 170–172; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 43–48; Beyâzîzâde, s. 71, 268–269; Reşîd Rızâ, II, 477; VIII, 286; IX, 483–484).

c) YÜCE ALLAH sadece iman ve hayır türünden fiillerin vuku bulmasını diler, inkâr ve isyan türünden olan şer fiilleri çirkin görüp dilemez. Zira YÜCE ALLAH İMAN ve HAYRI emredip buna uyanları cennetle mükâfatlandıracağını, inkârı ve isyanı yasaklayıp bu yasağı ihlâl edenleri cehennemle cezalandıracağını haber vermiştir. Aklî deliller emrettiklerinin vukuunu dilemesini, yasakladıklarının da gerçekleşmesini dilememesini gerektirir. Yasakladığı bir şeyin vukuunu dileyip bunun gerçekleşmesine aracılık yapanları cezalandırması makul değildir.
Naslar YÜCE ALLAH’IN kullarına zulmetmeyi dilemediğini ve kötülükleri çirkin gördüğünü, insana isabet eden kötülüğün kendi irade ve fiillerinden kaynaklandığını açıkça beyan etmiştir.

YÜCE ALLAH’IN mâsiyetleri önce çirkin görüp sonra vuku bulmasını dilemesi bir çelişkidir ve YÜCE ALLAH hakkında muhaldir. Naslarda müşriklerin, YÜCE ALLAH’IN dilemesinin bir sonucu olarak şirk koştuklarına dair iddiaları reddedilmiş ve bunun gerçek bilgiye dayanmayan bir zandan ibaret olduğu belirtilmiş, YÜCE ALLAH’IN dilemesi halinde insanları zorla iman ettirebileceği, fakat bunu dilemeyip iradeleriyle inanmalarını istediği vurgulanmıştır.

Dünya hayatındaki uygulamalar da bunu teyit edici mahiyettedir. Nitekim dinî konularda ilâhî iradeyi mazeret gösterenler dünyevî konularda işlerini ilâhî iradeye havale etmezler, aksine kendi iradeleriyle karar verip gerçekleştirmek için âzami gayret sarfederler. Her şeyin YÜCE ALLAH’TAN olduğunu belirten naslar kadercilerce yanlış yorumlanmıştır. İlgili âyette kastedilen, insanların dinen sorumlu oldukları fiiller değil rızık, mal, hastalık gibi maddî anlamdaki iyilik veya kötülüklerdir (Kadî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 459-476; a.mlf., Fazlü’l-i’tizâl, s. 217-223). Mu‘tezile ve Zeydiyye âlimleriyle bazı çağdaş araştırmacılar bu görüşü benimser.

4. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Yaratması. Bu hususta da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a) Bütün varlık ve olaylar doğrudan doğruya YÜCE ALLAH tarafından yaratılır, buna iman, inkâr, itaat, isyan, hidayet-dalâlet gibi fiiller de dâhildir. Çünkü naslar YÜCE ALLAH’IN her şeyin yaratıcısı olduğunu açıklamaktadır. Bu yaratıcılık beşerî fiilleri kapsamazsa insanın da yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir, bu ise YÜCE ALLAH’A ortak tanımaktır. İnsanın kendi fiillerinin oluşumuna dair ayrıntıları bilmeyişi ve dilediği her fiili gerçekleştiremeyişi bunların doğrudan doğruya YÜCE ALLAH tarafından yaratıldığını gösterir (Eş‘arî, s. 101–109; Mâtürîdî, s. 225–235; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 269–270). Cebriyye’nin yanı sıra Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Selefiyye âlimlerinin çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir.

Ancak bu âlimlerin hepsi insanın fiillerindeki rolü konusunda aynı fikirde değildir. Cebri benimseyen âlimlere göre YÜCE ALLAH insanı kâfir veya mümin olarak dünyaya getirir, dolayısıyla fiillerinin meydana gelişinde kulun hiçbir etkisi yoktur, bununla birlikte fiillere konu olduğundan sorumludur (Âcurrî, s. 150–151; Şa‘rânî, I, 140–141).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 10:21 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:29 AM   #4
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Selefiyye âlimleriyle Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye kelâmcılarına göre insanlara ait fiillerin aslını yaratan YÜCE ALLAH’TIR, ancak irade ve kudretiyle fiillere vasıf kazandıran insandır (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 49). Eş‘arîler, insanı fâil değil sadece hâdis irade ve kudretiyle fiili kesbeden bir unsur olarak kabul ederken Mâtürîdîler, onun hem kâsib hem de fâil olduğu ve fiilin meydana gelmesine tesir eden cüz’î iradesinin YÜCE ALLAH tarafından yaratılmadığı görüşündedir (Teftâzânî, Şerhu’l-’Aka’id, s. 56; Mustafa Sabri, s. 56–57).

b) İnsanın sorumlu olduğu fiiller hariç bütün varlık ve olaylar YÜCE ALLAH tarafından yaratılmıştır, sorumlu olduğu fiilleri yaratan ise kendisidir. YÜCE ALLAH mükellefi kâfir veya mümin olarak yaratmadığı gibi onun iman ve itaatinin yanı sıra inkâr ve isyanını da yaratmaz, kâfirleri saptırmaz, müminleri fiilen hidayete ulaştırmaz. Buna karşılık dinini insanlara akıl ve vahiy delilleriyle açıkladıktan sonra iman edenlerin mümin, küfrü seçenlerin kâfir olduğuna ilişkin alâmetler koyarak kalplerini işaretler, insanların kâfir ve mümin olmalarını engellemez (Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 54, 349–350, 611).

Naslarda iradî fiiller YÜCE ALLAH’A değil insanlara nisbet edilmiş, kişinin YÜCE ALLAH tarafından yaratılan irade ve kudrete sahip kılındığı belirtilmiş, yaptığı fiillerden sorumlu tutulacağı ve YÜCE ALLAH’IN kullarına zulmetmediği açıklanmıştır. İnsanın istediği fiilleri yapabilmesi ve bunu tecrübe ile bilmesi, fiillerinin fâili kabul edilerek hukuken cezalandırılması gibi hususlar onun fiillerini kendisinin yarattığını gösteren aklî delilleri oluşturur. Mu‘tezile ve Şîa kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir (Kadî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 336-337, 372-373; a.mlf., Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 104-109, 515, 781-782).

c) Mükellefin sorumlu tutulduğu fiiller YÜCE ALLAH’IN doğrudan doğruya değil dolaylı olarak yaratmasının kapsamına girer. Çünkü YÜCE ALLAH insanı, değişik alternatifleri bulunan fiillerden dilediğini seçip yapabilecek şekilde yaratmış ve beşerî fiilleri yönetimini kendilerine verdiği irade ve kudret vasıtasıyla yaratmıştır. YÜCE ALLAH kâinatın yaratılışı ve işleyişiyle ilgili olarak tabiat kanunları koyduğu gibi beşerin tutum ve davranışlarına dair sebep-sonuç ilişkisine dayanan düzenlemeler yapmıştır. İnsan için dilediği fiili yapmasını sağlayan irade ve kudreti yaratarak onu fâil kılmış, böylece insana ait fiillerin de dolaylı yaratıcısı olmuştur.

Çünkü insana ait fiillerin sebebi olan irade ve kudreti yaratmak, bu sebeplerin sonucu olarak meydana gelen fiillerin de dolaylı bir yaratıcısı olmak anlamına gelir. Cüveynî gibi bazı Eş‘arî kelâmcıları ile İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed Abduh, M. Reşîd Rızâ gibi Selefî ve bazı Şiî âlimleri bu fikirdedir (Râgıb el-İsfahânî, el-İ’tikadât, s. 252–259; Cüveynî, s. 42–60; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 91, 268–271; Reşîd Rızâ, VIII, 100–101, 371–372).

Kader ve kazâ ile ilgili meselelerden bir diğeri kader ve kazânın değişip değişmeyeceği hususudur. Bu konudaki görüşler de şöylece sıralanabilir:

1. YÜCE ALLAH’IN zâtî ilminden ibaret olan kader değişmez, fiilî ilminden ibaret olan kader ise değişebilir, bu da levh i mahfûzda veya meleklerin ellerinde bulunan sayfalarda insanların işledikleri amellere göre vuku bulan değişikliktir. Meselâ insan kâfirken iman etmek ve iyi amel işlemek suretiyle kaderini değiştirebilir. Nitekim nasların belirttiğine göre Yûnus nebiullahın kavmi iman edince dünyada zillet azabından kurtulmuş, müminken ilâhî nimetleri inkâr edenler açlığa mahkûm edilmiş, akrabalarına iyilik edenlere uzun ömür vaad edilmiş, tedavi gören hastaların iyileşeceklerine dikkat çekilmiştir (Ca‘fer Sübhânî, I, 569–585).

Bundan dolayı varlık alanına çıkma imkânından ibaret olan kader kazaya dönüşmedikçe değişebilir. Zira bir şeyin varlık alanına çıkması için sadece planlanması yeterli olmayıp gerekli şart ve sebeplere başvurulması lâzımdır. İnsanın mümin veya kâfir olması mümkündür. Kişi iman ederse mümin olur ve kader kazaya dönüşmek suretiyle kesinleşir. Aksi de bunun gibidir. Bu süreç ölene kadar devam eder. Râgıb el-İsfahânî ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Sünnî âlimleriyle Şiî âlimleri bu görüşü benimser (el-İ’tikadât, s. 267–268; Şifâ’ü’l-’alîl, s. 90–91).

2. Esasını ilâhî ilim teşkil ettiğinden kader değişmez. Naslarda geçen ‘’mahv ve isbat’’ (er-Ra‘d 13/39) yoluyla değişikliğe uğrayan şey kazâdır. Kazâ da herhangi bir şart ve sebebe bağlı olmayan ‘’kazâ i mübrem’’ ile şart ve sebebe bağlı kılınan ‘’kazâ i muallâk’’ olmak üzere iki çeşittir. ‘’Falan şöyle olsun’’ tarzında kesin olarak verilmiş bir hükmü ifade eden kaza i mübrem değişmez. Ancak şart ve sebebe bağlanan kaza i muallâk bunlara paralel olarak değişebilir. Tehânevî, Kâmil Miras gibi âlimlerin görüşleri bu şekildedir (Keşşâf, II, 1324–1325; Tecrid Tercemesi, XII, 222).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 10:33 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:31 AM   #5
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

3. Kader ve kazâ ilâhî ilim açısından sabit olup değişmez. Naslarda levh i mahfûzda yazılı hususlardan YÜCE ALLAH’IN dilediğini silip dilediğini sabit bırakacağının belirtilmesi insanın yaratılışıyla ilgilidir. Şöyleki: İnsanın geçireceği her safha için meleklerin yazdığı bir kitap vardır. Aşılanmış bir yumurtadan tam teşekkül etmiş bir çocuk ve nihayet yaşlı bir insan haline gelişiyle ilgili safhalar tamamlanınca bir önceki merhaleye ilişkin bilgiler meleklerce silinir ve yeni merhaleye dair bilgi kaydedilir. Kâfir ise kâfir, müslüman olunca da müslüman diye yazılır. Günahkâr kimse tövbe ederse günahı silinir. Bu durumda ilâhî ilimde veya levh i mahfûzda herhangi bir değişiklik meydana gelmez. Mu‘tezile âlimleri bu görüştedir (Hayyât, s. 94–95; Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 411–412).

Kader problemi içinde irdelenmesi gereken bir husus da kadere rızâ gösterme meselesidir. Bazı âlimlere göre kader ve kazânın her türlüsüne rızâ gösterip teslim olmak gerekir. Bir kutsî hadiste kazâya rızâ göstermeyen ve uğradığı belâlara sabretmeyen kişinin YÜCE ALLAH’TAN başka RAB edinmesi gerektiği bildirilmiştir (Süyûtî, II, 443; Ali el-Karî, s. 328). Cebriyye ile Selefiyye’ye mensup âlimlerin bir kısmı bu görüştedir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 278).
Bazı âlimler de kader ve kazâya rızâ göstermenin farz değil müstehap olduğunu kabul eder. Çünkü bir şeyin farz olabilmesi için kesin bir dinî delile dayanması gerekir, hâlbuki bu konuda böyle bir delil yoktur. İleri sürülen rivayet ise İsrâiliyat’tandır. Selefiyye âlimlerinin bazıları bu görüşü benimser (a.g.e., s. 278).

Bir üçüncü gruba göre ise kader ve kazânın hayrına rızâ göstermek gerekirken mâsiyetlere razı olmak mümkün değildir. Mu‘tezile’nin görüşü budur. Her şeyin ilâhî ilim ve iradenin kapsamına girmesi yönünden kader ve kazâya rızâ göstermenin gerektiğini söyleyenler ise mâsiyetleri kader planına dâhil etmekle birlikte YÜCE ALLAH’IN rızâsına aykırı düştüğünden bunlara rızâ gösterilmemesi kanaatindedir. Selefî ve Eş‘arî âlimlerinin bir kısmı ile Mâtürîdiyye kelâmcılarının görüşü bu yöndedir (Nesefî, II, 717; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 278–279).

Muhtelif gruplar tarafından kader hakkında ileri sürülen görüşlere çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Bunların başında, YÜCE ALLAH’IN her şeyi vukuundan önce bilmediğini ileri süren görüşle ilâhî ilmin insanı icbar altında bıraktığını savunan görüş yer alır. Bu eleştiriler YÜCE ALLAH’IN gaybı bilmeyişinin naslarla bağdaşmaması, insanların fiillerinde icbar altında bırakılması durumunda sorumlu tutulup cezalandırılmalarının adalet ilkesiyle çelişmesi, elçi göndermenin anlamsız kalması, dünyevî işlerde cebre itibar edilmeyip sadece dinî konularda savunulması ve teorik bir tartışmadan öteye geçmemesi, cebrin insanın fâil oluşu gerçeğiyle örtüşmemesi, suç işleyenlerin hukuken cezalandırılması, sadece cebri andıran nasların dikkate alınıp hürriyeti vurgulayan nasların görmezlikten gelinmesi gibi noktalarda toplanır (Hasan ı Basrî, I, 92–93; Fahreddin er-Râzî, el-Kazâ ve’l-kader, s. 237; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 158–159).

İnkâr ve mâsiyet türü kötülüklerin ilâhî iradenin kapsamı dışında kaldığına dair görüş de eleştirilmiştir. Kötülük bir realitedir. Yüce ALLAH’IN insanı kötülük yapabilecek şekilde yaratması, doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı olarak kötülüklerin var olmasını istediğini gösterir. Kötülüğü ilâhî irade kapsamı dışında bırakmak sıfatların mutlaklığını gerektiren yetkinlikle de bağdaşmaz (Râgıb el-İsfahânî, el-İ’tikadât, s. 260–261).

Kaderin ilâhî kudret ve yaratma ile irtibatı konusunda ileri sürülen görüşler de eleştirilmiştir. YÜCE ALLAH’TAN başka hiçbir sebep, hiçbir fâil ve yaratıcı varlığın bulunmadığı iddiasının realiteyle çelişmesi, YÜCE ALLAH’IN her şeyi doğrudan doğruya yarattığı inancının nasların yanı sıra tecrübeyle bağdaşmaması, buna karşılık YÜCE ALLAH’TAN başka fâil ve yaratıcının bulunduğu tezinin tevhidi zedeleyici bulunması bu eleştirilerin başında yer alır.
Dinlerin yanı sıra felsefenin de köklü problemlerinden birini teşkil eden kader meselesini bütün itirazları sona erdirecek ve her insanı tatmin edecek açıklıkta çözmenin zor olduğuna öteden beri pek çok âlim ve düşünürün dikkat çektiği bilinmektedir.

Bununla birlikte bu meselede öne çıkan problem sorumluluk doğuran fiillerde insanın bir etkisinin bulunup bulunmadığıdır. Karşılığında mükâfat veya ceza göreceği eylemlerinin oluşumunda insanın bir rolü ve etkisinin bulunmadığını iddia eden değişik görünümlü cebir anlayışlarının isabetsiz olduğu açıktır. Nitekim değişik ekollere mensup âlimlerin çoğunluğu ayrıntıda farklı görüşler ileri sürmesine rağmen insanın kendi inanç ve davranışları üzerinde etkili olduğunu kabul etmiştir. Âlimlerin kaderin ayrıntılarında farklı görüşler benimsemesine tesir eden temel faktör ilâhî ilim, irade ve kudretin insanı her yönden kuşattığı ve onun irade hürriyetiyle eylem yapma gücünden yoksun bulunduğu tarzında da yorumlanabilecek bir grup müteşâbih nassın esas alınıp insanın sorumlu tutulduğu alanlarda dilediğini yapabilecek imkânlara kavuşturulduğunu belirten açık anlamlı (muhkem) nasların dikkate alınmaması veya müteşâbihâtın ışığında yorumlanması gibi yanlış bir yöntemin izlenmesidir.

Hâlbuki kader problemini çözmek için meselenin gaybî tarafını oluşturan ve ilâhî sıfatları ilgilendiren müteşâbih nasları, insanın irade ve kudrete dayalı gerçek bir fâil olduğuna ilişkin muhkem âyetlerin ışığında anlamak gerekir. HZ. KUR’AN’IN öngördüğü doğru yöntem budur (krş. Âl i İmrân 3/7). Buna bir de insanın irade ve kudretten yoksun bulunduğu ve kaderin zorlayıcı etkisi altında eylem yaptığı anlamına gelen asılsız bazı rivayetleri de eklemek icap eder. Nitekim Sünnî, Mu‘tezilî ve Şiî bazı âlimler buna dikkat çekmişlerdir (Kadî Abdülcebbâr, Fazlü’l-i’tizâl, s. 289; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, s. 190; Ca‘fer Sübhânî, I, 552–555).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:32 AM   #6
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Bu husus göz önünde bulundurulduğu takdirde naslara yaklaşım hatasından kaynaklanan cebirci kader anlayışlarını aşmak mümkün olur. YÜCE ALLAH’IN, insanın, sorumlu tuttuğu eylemlerini icbar altında bulunmadan gerçekleştiren bir varlık olmasını dilemesi ve bu imkânı vererek onu yaratması kaderin odak noktasını teşkil ettiğinden ilâhî sıfatlarla insanın sorumluluğu arasındaki ilişkiyi daima bu gerçeğe göre kurmak gerekir.

Bu husus dikkate alınınca insana ait eylemlerin vukuundan önce YÜCE ALLAH tarafından bilinip dilenmesi ve yazılmasının bir problem oluşturmadığı görülür. Zira YÜCE ALLAH’IN olayları vukuundan önce bilmesi teorik olup kimseyi eyleme zorlamaz. Bilip yazmak fiil üzerinde zorlayıcı bir etkide bulunmadığı gibi bilginin ‘’ÖNCE’’ ve ‘’SONRA’’ kavramlarıyla bir arada düşünülmesi zamanlı bir varlık olan insanın algılama tarzını yansıtır.

YÜCE ALLAH ise zamanlı bir varlık değildir. Ayrıca YÜCE ALLAH vuku bulmamış bir şeyi ‘’VUKU BULMUŞ OLARAK’’ değil ‘’VUKU BULACAK OLARAK’’ bilir. İrade sıfatıyla ilgili problemin de çözümü yine insanın dileyen bir varlık oluşunu bilmeye dayanır. CENAD-I HAKK’IN insanın irade sahibi bir varlık olmasını dilemesi, dolaylı olarak onun eylemlerini kendi iradesinin kapsamına dâhil eder.

Kudret ve yaratma sıfatının insanın eylemleriyle irtibatı da SÜNNETULLAH çerçevesinde kurulmalıdır. İlâhî yaratmanın sebepsonuç düzeni içinde gerçekleşebileceği düşünülürse insanın sorumlu olduğu fiilleri yine insanı sebep kılarak dolaylı bir şekilde yarattığını söylemek mümkün olur ve bu yorum dinî açıdan herhangi bir sakınca taşımaz. Bu aynı zamanda aklın ve bilimin temelini teşkil eden illiyet ilkesinin de bir gereğidir.

Şunu da belirtmek gerekir ki eylem yapma irade ve gücüne sahip kılınmakla birlikte insan fizikî ve sosyal çevresinden bağımsız bir varlık değildir. İnsan, irade ve gücünü içinde bulunduğu çevrenin şartlarına bağlı olarak gerçekleştirebilir, yani çevresi onu sınırlar. Ayrıca irade ve gücünü aşan bazı durumlar da karşısına çıkar. Dünyaya gelişi, sahip olduğu fizikî ve psikolojik nitelikler, bulunduğu çevre iradesi dışındaki gerçeklerdir.

Bunlar kader planının insanı bazı yönlerden kesin olarak kuşattığını gösterir. Kaderin ilâhî sıfatlarla irtibatlı olan yanı ise onun gayba iman yönünün de bulunduğunu ifade eder. Gayba iman unsuru taşıması ise problemin dünya şartlarında bütünüyle çözülemeyen bir tarafının bulunmasını tabii hale getirir. Zira YÜCE ALLAH’IN zatı gibi sıfatları konusunda da meçhulleri tamamen ortadan kaldıracak bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir.

2 Yorum

1. YÜCE ALLAH yaptıklarımızı da yaratandır kader konusunda zamanın göreceliği unutulmamalıdır ilahi planda her şey AN DA olmaktadır YÜCE ALLAH AN DA VE ANINDA YARATANDIR YÜCE ALLAH niyet ve eylemlerimize göre dileyiş TAKDİR HÜKÜM VE OL BUYRUĞU sıralamasına bağlı hareket eder.

2. YÜCE ALLAH HER ŞEYİ BİLENDİR. Bizimde elbet nereye gideceğimizi biliyor. Onun bidiğini biz bilmediğimize göre biz bu dünyadaki gibi düşünüp serbest ve kaderimizi kendimiz çiziyor olarak yaşıyacaz. Yollar belli neyi istersek onu seçeriz. Örneğin namaz (salât) kılarken aniden kimin ayağı kırılmış seçmek bizde. Sonucu YÜCE ALLAH SEVGİLİ YARADANIMIZ DİLER.
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
kader, kaza


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:59 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam