![]() |
|
![]() |
#1 |
Super Moderator
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 283
Tesekkür: 457
132 Mesajina 294 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 ![]() |
![]()
Neden savaş?
Durum bu iken ortada çıkarı için, insanları mutsuz eden, toplumu harabeye çevirerek bundan çıkar sağlayan nankör insan tipleri vardır: Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar kanıttır ki kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, kendisi de buna kesinlikle tanıktır. Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır. (Âdiyât suresi) Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? İşte bu noktada bu muharipleri; toplumu maddi ve manevi açıdan harabeye çevirecek kimseleri defetmek, ortadan kaldırmak gerekecektir. Kısacası yoz sürgünlerin budanması gerekecektir; kıtâl, mukâtele (savaş; ölme- öldürme) zorunlu hale gelecektir. Hacc suresinin 40. âyetindeki “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi.” ifadesi ile Bakara suresinin 251. âyetindeki “Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı (bozulur giderdi)” ifadesi, savaşın meşru kılınma nedenlerini açıklamaktadır. Bu konuyu aslında şu ifade ile açıklayarak detaylandırmak durumundayız. Allah, sadece ve sadece Kendisine muhârib olan; Kendisinin koyduğu ilkeleri bozuma uğratmaya; ortadan kaldırarak insanları ve tabiatı harap etmeye yeltenen kimselerden kurtulmak için onlarla savaşılmasını ve bunların yargılama yoluyla idam edilerek öldürülmesini emretmiştir. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Maide 33, 34) Burada konu edilen Allah ve elçisine yapılan muharebe, başka âyetlerde “fitne” olarak açıklanmıştır. Fitne, “onların zorladıkları küfre dönmek ve yurttan olmak” demektir. Bu fitnenin, insanı öldürmekten daha şiddetli olduğu vurgulanmıştır. Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm/dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtenlerin cezası işte böyledir. (Bakara; 191) O nedenle de Rabbimiz fitne ortadan kalkıncaya kadar mukatele; öldürme ve ölme emri vermiştir. Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara; 193) Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. (Enfal; 39) İslam’ın savaş gerekçesini sadece “fitne” olarak da açıklayabiliriz. Bunun bir örneğini Kehf suresinde (60- 82. ayetler) görmekteyiz. Rabbimiz, Mûsâ'ya Firavun'u, suda boğup öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verdiğinde, daha evvel işlediği bir cinayetten dolayı duyduğu vicdan azabı nedeniyle Musa bunalıma girmiştir. Bunalımdan kurtulmak için yaptığı seyahatte buluştuğu Bilgin ve kendisine rahmet verilmiş kuldan (adı bildirilmeyen elçiden) Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; öğrenmiş ve böyle birinin öldürülmesine tanık olmuştur. Savaş kararını kamu otoritesi Allah adına alır. Yoksa herhangi bir Müslüman veya bir grup, İslâm adına istediği zaman savaş ilân edemez, kendi kendine karar verip terör ve intihar saldırısı düzenleyemez. Bilindiği üzere Mekke şartlarında, Müslümanlar devlet düzeyinde organize olmadan mü’minlere savaş izni verilmemiş, savaşla da yükümlü tutulmamışlardır. Belirli kişi ve kuruluşların kendi inanış ve davranışlarına uymayan kişilere hayat hakkı tanımamaları, onları yıpratmak için bir takım gayri insani davranışlara başvurmaları zulümdür, terördür. Ne yazık ki, Kur’an’ın üçte biri, akıl etme, tefekkür, gözlem ve araştırmayı emrederken, bu görevleri ihmal etmiş, sözde Müslümanların, İslâm’ı savunmak için kaba güçten başka yöntemleri kalmamıştır. Meşhur hikâyedir. Cahil çobanın birine Allah’ın varlığını ve birliğini ispat edip edemeyeceği sorulduğunda, göksünü gere gere ispat edebileceği cevabını vermiş. Orada bulunan kimseler, bu cahil çobanın bunu yapamayacağından emin olduklarından, bunu nasıl yapacağını sormuşlar. O da, elindeki sopasını göstermiş. İşte bununla ispat ederim demiş. Bu defa nasıl? Sorusuna da: İnkâr eden kişiye, Allah vardır, birdir dedirtinceye kadar basarım sopayı demiş. İşte bu gün dünyada Müslüman geçinenlerin portresi budur. O nedenle de dünyanın her yerinde Müslüman geçinenler ve gerçek Müslümanlar, kan döken, kargaşa çıkaran, cani ve terörist olarak görülür oldu. Durum bu olmasına rağmen Rabbimiz, özel durumlarda savaşa izin vermekte ve savaşı emretmektedir. Yalnız savaşın hangi şartlarda olacağına dair savaş iznini şöyle vermektedir: Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için, haksız yere yurtlarından çıkarılmaları, nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. (Hacc; 39, 40) Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez. (Bakara; 190) Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Ve savaş sizin için hoş olmayan birşey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara; 216) Bakara; 190’da “Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.” buyurarak savaşta özen gösterilecek noktaları da hatırlatmıştır. Âyetteki “sınırı aşmayın…” ifadesi düşman topraklarının yakıp yıkılmasını, henüz savaş nedir bilmeyen masum çocuklara Kadınları yaşlılara, hastalara, felçlilere, körlere, mâbedlere, düşman arazilerindeki meyveli meyvesiz ağaçlara, sebze ve meyvelere, ekinlere, yerleşim birimlerindeki evcil hayvanlara, zarar vermeyi yasaklamıştır. Bunun yanında ele geçen ganimetlere askerlerin el sürmesini, kadınların, kızların iffetlerine dokunmayı, düşmanın savaşamayacak durumdaki yaralı askerlerini öldürmeyi, silahını bırakıp kaçanlarını kovalayıp da arkadan vurmayı, esirlere işkence etmeyi yasaklamıştır. (Devam edecek)
__________________
And olsun Biz Kur`an`ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? Kamer/17-22-32-40 |
![]() |
![]() |
kamer Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (14. March 2011) |
![]() |
#2 |
Super Moderator
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 283
Tesekkür: 457
132 Mesajina 294 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 ![]() |
![]()
Ayrıca aman dileyenler de koruma altına alınmıştır:
Ey iman etmiş kimseler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, hemen iyice araştırın. Ve size selâm veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Artık Allah nezdinde çok ganimetler vardır. Önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. (Nisa; 94) Rasülüllah zamanında yapılan savaşlar, tamamen bu âyetlere uygun olarak, Allah adına; Allaha savaş açmışlara karşı koymak, fitneyi kazımak için yapılmıştır. Örneğin: Bedir savaşı, Medine’deki ikiyüzlüler ile Mekkeli müşriklerin Rasülüllah’ı yok etmek, İslam dinini söndürmek için işbirliği yapmaları nedeniyle yapılmıştır. Uhud savaşı, bedir yenilgisinin öcünü almak isteyenlere karşı bir savunma savaşıdır. Hendek savaşı, Yahudi, münafık ve müşriklerin Müslümanları yok etmek için toplu saldırılarına karşı, kendi yurtlarında, kendi kentlerinde savunmaya yönelik verilen bir savaştır. Mekke’nin fethi de Kureyşin Hudeybiye’de yapılan barış antlaşmasını bozması nedeniyle Müslümanların kendilerini güvene almaları için yapılmıştır. Kimseyi dine sokma veya mal yağmalaması için yapılmamıştır. Konu Tövbe suresinde detaylı olarak verilir. Tebük seferi, Suriyeli Hıristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar; Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler. Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar. Durum, Medine'ye; Rasûlullâh'a ulaşır. Mü'minler hazırlığa davet edilirler. Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nispetinde katkıya koşar. Tebük seferi de işte böyle savunmaya yönelik bir seferdir. Allah Yolunda Öldürme Bilindiği üzere savaşın öldürmek ve ölmek olmak üzere iki yönü vardır. Öldürme yönünde Rabbimiz, haddin aşılmamasını emrederken bir noktayı daha açıkça ortaya koyuyor. Bu da öldürenlerin konumudur: Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/ güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Enfal; 17) Allah, “Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı” buyurmak suretiyle, öldürmeyi, atmayı Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin "katil", “câni” olarak nitelendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Buradan anlaşıldığına göre meşru savaşlarda; Allah’ın öngördüğü ve izin verdiği savaşlarda ve yargı kararlarıyla adam öldürmek, Allah adına yapıldığı için öldüreni suçlu; katil, câni yapmaz. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen gerçek Müslüman idarecilerin hiçbiri insanları zorla dine sokmak, ganimet elde etmek için savaş yapmamışlardır. Savaşta kazanılan ganimetler, “enfal (bahşiş, bonus)” olarak nitelenerek gazilere değil kamuya tahsis edilmiştir. Bu, Enfal ve Haşr surelerinde detaylı olarak açıklanmıştır. Bir kimseyi veya bir toplumu zorla dine sokmayı Rabbimiz yasaklamıştır. Herkes fikir ve inanç özgürlüğü tanımıştır. Bu konuya dair Kur’an’da onlarca âyet mevcuttur. Aşağıdaki âyetlerde de görüleceği üzere savaşın amacı Allahın rızasını kazanmak ve fitneyi ortadan kaldırmaktır. Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkın veya topluca sefere çıkın. Şüphesiz sizden bir kısmı da kesinlikle ağır davranır. Sonra size bir musibet isabet edince: “Kesinlikle Allah bana lütfetti de onlarla beraber tanık olarak bulunmadım” der. Ve eğer size Allah'tan bir armağan isabet ederse, kesinlikle, sanki sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, şüphesiz: “Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da çok büyük başarıya erseydim!” diyecektir. O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisa 71- 76) Mü’minler için ölüp öldürme; savaş değil, caydırıcı güce sahip olmak esastır: Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal; 60) Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkınız veya toptan sefere çıkınız. (Nisâ: 71) Ve sen seferde olanların içinde bulunup da onlar için eğitim-öğretim verdiğin zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler/eğitime katılsınlar. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar, yeterli bilgi alıp ikna olduklarında arka tarafınıza geçsinler. Sonra eğitim-öğretim almamış diğer bir kısmı gelsin seninle beraber eğitim-öğretim yapsınlar ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan habersiz durumda olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (Nisa; 102) Enfal; 60’ta hitap, tüm mü'minlere ve tüm zamanlara yöneltilerek, Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız buyrulmuş ve böylece mü'minler için askerî strateji belirlenmiştir. Âyette önce, gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin denilerek, her türlü askerî silah ve malzeme tedariki emredilmiş, sonra da savaş atları hazırlayın buyrularak, "savaş atlarına” vurgu yapılmıştır. Malumdur ki Kur'ân'ın indiği dönemde en iyi savaş aracı at idi. O nedenle âyetteki "at" ifadesi, bugün için, savaş uçağı, tank, denizaltı, güdümlü füze, hatta atom bombası gibi en ileri derecedeki savaş silahları anlaşılmalıdır. Âyetteki, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ifadesiyle, "müşrikler, Yahudiler ve tüm İslâm düşmanları"; Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlar ile de, Tevbe; 101 ve Âl-i Imran; 118. âyetlerin delaletiyle "münafıklar ve uzaklardaki düşmanlar" kastedildiği anlaşılmaktadır. Müslümanlar her türlü teçhizata sahip olup savaşı az kişiyle, az zayiatla atlatmalıdırlar. Bu konu Bakara suresinin 243- 253. âyetlerinde konu edilmiştir. Burada savaşın Davud’un Calut’u öldürüvermesi ile neticeye bağlandığı, zayiat verilmediği nakledilerek Müslümanların da bu yöntemle savaşmalarına işaret edilmiştir. Konu edilen savaşın ayrıntılı açıklaması Kitab-ı Mukaddes’in 1. Samuel, 17: 153 bölümündedir. Kur’an bu bölümü onamaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere savaş, akıl ve eğitim ile kazanılıyor. Akıllı ve eğitimli tek kişi savaşın kaderini değiştirebiliyor. Allah'ın bu pasajda mü'minlere vermek istediği mesaj da budur. Kalabalık ve kaba güce güvenmeyip harp taktikleri geliştirilmeli ve Dâvûd örnek alınmalıdır. Bugün savaşı binlerce kilometreden kontrol eden ve bir tuşa basarak can ve mal zayiatı vermeden zafer elde edenler, kâfirler değil Müslümanlar olmalıydı! Haram; dokunulmaz aylarda ve dokunulmaz bölgede savaş İslam dininin en büyük değerlerinden biri de haram aylarda savaşı yasaklaması ve bunu günahların en büyüğünden saymasıdır. Arap geleneğinde, hac dönemlerinde sağlıklı, güvenli bir ulaşım ve hac yapılabilsin diye dokunulmaz aylar ve dokunulmaz bölge belirlenmişti. Ve bu ayda ve bu bölgede kesinlikle savaş yapılmazdı. Bu âyetlerde bu aylarda ve bu bölgede mü’minlere bir savaş saldırısı söz konusu olursa bu geleneğe bağlı kalmamaları emredilmektedir. O gün çevredeki Arap kabileleri eğitim ve öğretim için Mescidi harama gelirlerdi. Bu âyetlerin bize mesajı ise, kesinlikle eğitim dönemlerinde, eğitim alanlarında okullarda eğitim ve öğretimi aksatacak, eğitim yerlerinin ve yollarının güvenliğini etkileyecek, öğretmen ve öğrencilerin işine engel olacak, öğretmen ve öğrencileri savaşa iştirak ettirtecek tarzda savaş yapılmamasıdır. Ama eğitim sürecinde haram aylarda da müminler saldırıya uğrarlarsa savunmak durumunda olacaklardır. Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir. (Bakara; 194) Savaş iç hukuku ile ilgili bir hayli düzenleme de Bakara, Al-i Imran, Nisa, Enfal, Tevbe, Ahzab, Mümtehıne, Muhammed ve Haşr surelerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır. İlgilenenlerin adı geçen surelerdeki âyetleri okumaları önerilir. ALLAH YOLUNDA ÖLMEK Allah yolunda ölmek, hem Allah'ın övgüsünü ve büyük kazanımlar elde ettirmektedir. Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. (Âl-i Imran; 169-171) Ve Allah yolunda öldürülenlere, “Ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz. (Bakara; 154) O hâlde basit dünya hayatını, âhiret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Biz ona çok büyük bir ödül vereceğiz. (Nisa; 74) Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed 4-6) Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.” (Âl-i Imrân; 195) Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır. And olsun, ölseniz veya öldürülseniz de kesinlikle Allah'a toplanacaksınız. (Al-i Imran; 157,158) Şüphesiz Allah, tövbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! (Tevbe; 111, 112) Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir, çok yumuşak davranandır. ( Hacc; 58) Netice, Rabbimizin Kendi yolunda izin verdiği şartlar dışında öldürmek de ölmek de suçtur, Müslümanların yapacağı şeylerden değildir. (Devam edecek)
__________________
And olsun Biz Kur`an`ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? Kamer/17-22-32-40 |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Super Moderator
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 283
Tesekkür: 457
132 Mesajina 294 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 ![]() |
![]()
ŞEHİYD KİMDİR?
“ شهيدŞehiyd” sözcüğü, Arapça “ ش ه دşhd (şehadet )” kökünden türemiş mübaleğa kalıbında bir “isim fiil” olup, anlamı, “en ileri derecede tanık olan” demektir. Bilgi, mutlak olarak bilgiye izafe edilirse iyi derecede bilene “ عليمaliym”; gizli işlere izafe edilirse iyi bilene “ خبيرhabiyr”, açık, açıkta olan işlere izafe edilirse bunları iyi bilene “ شهيدşehiyd” denir. (LİSANÜ’L ARAB) Sözcüğün mastarı olan “ شهادةşehadet” sözcüğünün Türkçede tam karşılığı “tanıklık” demektir. Açık işleri sıradan bir bilene “ شاهدşâhid”, ileri derecede bilene de “ شهيدşehiyd” denir. Bu sözcük bu anlamıyla birinci derecede Allah’ın isimlerindendir; Esma-i Hüsna’dan birisi de “eş Şehiyd” ismidir. Kur’an’da bu isim 35’i tekil, 2 tesniye (ikili) ve 18 çoğul olmak üzere 55 kez geçer. Yine Kur’an’da bu ismin, Allah, elçiler ve insanlar için kullanıldığını görmekteyiz. Bizim burada üzerinde duracağımız “Allah rızası için, O'nun yolunda ölen kişi” anlamında yaygın olarak kullanılan “şehiyd” ifadesidir. Kur’an, Allah yolunda, Allah rızası için ölen kimseleri “Şehiyd” olarak nitelemez. Bu, Tabir, Kur’an’dan onay almaz. Rabbimiz bunlar için “Allah yolunda öldürülen kimseler” ifadesini kullanır. Kur’an’ âyetlerinden insanlar için böyle bir nitelik çıkarılacaksa bu, şu âyetlerin yardımıyla çıkarılmalıdır: Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandan, yumuşak davranandan başka ilâh diye birşey yoktur. (Al-i Imran; 18) Kim de Allah'a ve Elçi'ye itaat ederse artık onlar, Allah'ın, peygamberlerden, dosdoğru kimselerden, şehitlerden ve sâlihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu, Allah'tan bir armağandır. En iyi bilen olarak Allah yeter. (Nisa; 69) Bu âyetler dikkate alındığında övgüye layık olan “şehiyd”in (en ileri derecedeki tanık)”ın, “hakkaniyetle hareket eden bilginler” olduğu anlaşılacaktır. Âyetteki “şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığı” ifadesindeki te’kit ve tahkik (Cümlenin isim cümlesi oluşu ve Arapçasındaki “ أنّenne” edatı), buradaki tanıklığın ileri derecede bir tanıklık; şehiyd’lik olduğunu gösterir. Çünkü bunlar, Kur’an’ın başka âyetlerinde (Mü’min; 7- 9) “Allah’ın arşını taşıyanlar; Allah bilgisini başkalarına öğretenler, ulaştıranlar” olarak nitelenmektedirler. Ve Rabbimizin mü’minleri aşağıdaki âyetlerde de insanları “hakkaniyetle hareket eden bilginler olmaya çağırdığı görülecektir. Ey iman etmiş kimseler! Kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, Allah için tanıklık eden kimseler olarak hakkaniyeti tümden ayakta tutanlar/ gözetenler olun. İster zengin olsun, ister fakir olsun, bilin ki Allah, ikisine de daha yakındır. Artık adaleti yerine getirebilmek için boş-iğreti arzunuza uymayın. Eğer eğip bükerseniz veya geri durursanız, biliniz ki şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa; 135) Ey iman etmiş kişiler! Allah için, hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olunuz. Ve bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaletli olun, adaletli olmak, Allah'ın koruması altına girmeye daha yakındır. Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. (Maide; 8) İnsanlar, şehitlik kavramını yozlaştırarak, Dünya ve âhiret şehîdi: Âhiret şehîdi: hakiki şehîd, hükmi şehîd gibi bölümlere ayırmışlar her biriyle ilgili birçok hüküm ortaya koymuşlardır. Daha sonra bu sözcük ayağa düşmüş, bira şehidi, görev şehidi, devrim şehidi, sahne şehidi, vs. gibi birçok şehit türü uydurulmuştur. Mesela; “Suda boğulanlar, Ateşte yananlar, Enkaz altında kalanlar, Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler, Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler, İlim yolunda ölenler, Ciğer hastalıklarından ölenler, Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar, Baş ağrısından ölenler, Karın ağrısından ölenler, Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler, Cuma gecesi ölenler, Gurbet ilde vefat edenler, Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilenler, Hayvanından düşüp ölenler, Zehirli hayvan sokmasından ölenler, Evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölenler, Üzerine büyük taş düşüp ölenler, Din kardeşini savunurken ölenler, Masum olan komşusunu savunurken öldürülenler, Akrep, yılan sokması gibi sebeplerle ölenler şehittir” gibi kabuller oluşturulmuştur. Müslümanlar arasında kavram kargaşası yaratılarak, dinî anlamı başka olan kelimeler, orijinal anlamının dışında kullanılarak, Müslümanlar yanlış yollara sürüklenmiştir. Kur’an’ın önderliğinden vazgeçmemek gerekir. Unutmamak gerekir, ölüden ne شاهدşâhit (sıradan tanık) olur ne de شهيدşehiyd (iyiden iyiye mükemmel tanık). Kaynak: Hakkı Yılmaz
__________________
And olsun Biz Kur`an`ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? Kamer/17-22-32-40 |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
dininde, islam, savaş |
|
|