hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 23. November 2011, 02:08 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
575 Mesajina 960 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Dün yazdığım yazıdan sonra konunun dışında kalmak istiyordum ama Sayın FEDAKARADAM'ın son yazısı beni şu yazıyı asmama mecbur etti. Bu yazı Sayın İlhami Çetin'dendir. Buyrun:

''İdeal Millet olma vasfı; akıl ederek, düşünerek ve kendisini yeniden yapılandırarak bir inanç/fikir sahibi olmak ve ona göre yaşamanın adıdır. Bizzat millet olmanın tanımıdır bu. Başkasının milletine uyarak milletleşmek ve başkasının ümmetine uyarak ümmetleşmek başka şeylerdir. İbrahim, hakikati arama ve emin olarak inanma konusunda akıl yürüten tarihin ender insanlarındandı. Bunun için, onun din, ahlak, toplum anlayışlarına “İbrahim Milleti” denilmiştir. Ve örnek gösterilmiştir. Kuran’da bu konuda ki ayetlerden bazıları şunlardır: Bakara suresi 130,135. Ali imran 95. Nisa 125. Enam 161. Nahl 120, 123 ayetler. Ayetlerde, onun kişilik ve kimlik kazanması, bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olması ve hakikatin bilgisine varıp, eski fikir ve inançlarını en güzel olanla değiştirip, kendisini dönüştürmesi ise, “Milleti İbrahim’e hanifâ” cümlesi ile tanımlanır. İbrahim ismi, ayrıca rahmet babası anlamına gelir. İmanın temeli zaten rahmet ehli olmak, yaratanı ve yaratılanları sevmek ve yaratılanlara karşı yufka yürekli olmaktır. Sünnetli kalp budur. Kalp katılığı ise hüsrandır. Önce Adalet, sonrada merhamete sarılmak ve öylece bir ömür geçirmektir salaha ermek.

Burada belirleyici kavram “Hanif” kavramıdır. Kısa anlamı putperestlikten dönen anlamına gelir. Yerleşmiş anlamı “Putperest’likten” dönmektir. Putperestliğin hangi dünya görüşü ile örtüştüğünü bilmeyenler, İbrahim’in neyi terk ettiğini bilemezler. Bu kişinin Istıfası dönemidir. Yani, önce kendisini hesaba çekme lüzumu duyar. Seçmeyi ve seçkinliği önce kendini kınayarak başlar daha iyisini, daha güzelini aramaya. Bu dönem ve düşüncenin insanına Fityan ehli denilmiştir. Bunu baştan savmacılar “Genç” olarak tefsir etseler de Ahmed Hambel bunu gerçek manasıyla ortaya koymuştur. Ahmet Hambel’in değerli sözlerinden alıntı yapalım ki, tevbe suresinin 108. ayetinde geçen Fityan kavramını yüzeysel olarak tefsir edip geçenler, dikkat etsinler. Şöyle ki;

İslam Alimleri Ansiklopedisi cilt 3 de İbn Hanbel’in güzel bahsinden…

“İlim insana ekmek ve su kadar lazımdır. İlim, rivayet ve kuru ma’lumat çokluğu değildir. İlim faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.”

Ahmet İbn Hanbel’e sordular ki, Züht nedir? “ Züht üç türlüdür. Cahil’in zühd’ü, haramı terk etmektir. Alim’in zühd’ü helal olanların fazlasından sakınmaktır. Arif’in zühd’ü, Allah teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir.”

Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, Baba fütüvvet nedir? Sorusuna; Korktuğun şey için, arzu ettiğin şeyi terk etmendir.”

İşte, kendisine hidayet edilip Resullük verilmeden ve Allah dostluğuna ulaşmadan önce böyle bir geçmişten geliyordu. Allah’ın hikmetle hidayet etmesi için insanın aklını kullanması ve mülk tutkusunu içinden atarak anti liberalist bir güzel ahlaka sahip olması gerekir. Firavn’a hidayet edilmemesinin sebebi toplumculuktan nefret etmesi ferdiyetçiliği taparcasına sevmesidir.

Kötülükten hicret, öncelikle bilgi ve fikir dünyasında yapılır. Artık o, gönül gözü açılmış, yetersiz bilgiden ve geleneklerden gelen fikirlerini, kabullerini, inanç ve imanını sorgulamış ve sonunda bu fikirlerini çürük bulmuş ve batıl fikirlerini, ilme dayanan ispatlı ve hak olanlarıyla değiştirmiştir. Zaten Kuran, İbrahim’in bu aşamayı geçirdikten sonra seçildiğini ayetle bildirir. O bir hakkı arayandır, arayış içindedir. Hidayet de böylelerine edilir. Yanaşmacılara, hidayeti Allah dışında, zanlarıyla kutsayanlardan arayanlara Allah hidayet etmez. Onun sapkın yolunu ona süsleyerek şirk ve putperestlik (Egoizm ve mülk şehveti) batağına yuvarlanmasını kolaylaştırır. Onu önce şeyhine, sonra dünya Firavunlarına uşak yapar. Çünkü körlerin kör itaatçisidir o. Zaten şirk de, putperestlik de kör itaatten başkası değildir. Zaten Allah’ın kimleri sağır ve kör ederek basiretini bağladığı bellidir. Çünkü onlar, başka kişilerin sevgi ve hürmetini Rableri olan Allah'a ihtiram ve sevgisine denk yaparak müşrik olmuşlardır. Yine maddi varlık ve güzellikleri Allah’ı sever gibi sevmiş ve sevgileri eşitleyerek putperest olmuşlardır. İşin tuhafıysa, halen hak üzerinde olduklarını zannederler. Körlüğün en kötüsü de zaten budur.

Dikkat edin, sözde mürşidin o müride verdiği belli zikirler değildir. Onu Allah hidayetinden mahrum etmesidir. Bunun dışında ki öğretisi ve onu sorgulamayan kör itaat taraftarı yapmasıdır. Bunun yanında hak din öğretisini tersine çevirerek “Allah rızası ve Allah için iş işleme” (kâr ve menfaat için değil) hak dinin esası olmasına rağmen, dini kullanan tarikatın yaygınlaştırmaya çalıştığı öğreti “Allah’a ulaşma” safsatasıdır. Kur'an'da ne kadar rucu kavramı varsa, bunu Allah zatına insanın ulaşıp eklemlenmesi olarak açıklarlar. Oysa İhlâs suresi buna müsait değildir. İnsan gibi bir yaratığın Allah’la yekvücut olmak gibi bir saçma manâya uygun değildir vahiy. Din de bunun için gelmemiştir. Kamil insan projesinin gerçekleşmesi için insan dünyaya getirilmiş ve vahiy bunun için indirilmiştir.

İnsan güzel ameller işleyecek ve bu güzel amelleri yeryüzünde Kıst’ın ayağa dikilmesini sağlayacak. Allah ta “Ben bu kulumdan razıyım” çünkü ahlaken kemâle erdi, insanlara ve insanlığa yararlı oldu, adaleti ( Kıst) ayağa dikti yolundaki rızasına kavuşmak içindir yeryüzüne getiriliş amacı. Allah kulunun iyi işlerinden razı ( memnun) olunca onu Melekût’ta överek anar. ''Ben bu abidimi sevdim sizde seviniz'' der. Onlarda onu severler ve iyi ahlaklı insanlara da onu sevdirir. Ahzab suresi 56. ayeti de benzer anlam taşır. Resulullah Yüce katta hayırla anılmaktadır. Allah müminleri de hayırla yad eder. Müminlerde birbirileri için iyilik dilemek zorundadırlar. Bunun için işlerin ve sosyal, siyasal, ekonomik faaliyetlerin çıkar gözetmeksizin onun rızasını kazanmak için yapılması şartı vardır. Zaten Ankebut suresinin tamamında verilen mesaj, örümceğin evine sığınmamak için yapılması gereken sosyo ekonomi politik yolun bulunup ona devam edilmesi emredilmektedir. Zamanın örümceği (Ankebutu) A.B.D'de karargâh kurup vakıf şirketlerinin tatlı karları ile yaklaşık iki bin yıl önce, Hıristiyanlığı da mahf eden “Mistik” tarikatçılık anlayışı ile milli mutabakatı bozmak ve kör itaatçiler yetiştirerek yabancı şirket ortakları ve Dünya Tâğutları ile uyuşan ve milletini emperyalizmin güdümüne sokanların keyfi yorumlarla insanları örümcek ağına takma çabaları artık fark edilmelidir. Fark edilerek Mustafa Kemal’in sorunun çözümünde gösterdiği yol olan ilmin mürşit yapılması yolunu devam ettirmek gerekmektedir. Kişiye değil ilkelere bağlılık önemlidir. Bu ilkeler nereden gelirse gelsin hakka, adalete, merhamete yönelikse bunlara uymak salih ameldir. Başkalarına ve insanlığa zararlı ise, işler zulüm, faili de zalimdir.

Bu yol ise, Laikliği hak dine karşı lakaytlık değil, hak olanı mükemmel bir şekilde ve yeterli ve yetenekli öğretmenlerce çok güzel bir şekilde öğretip, batılına geçit vermemektir. Yani Laikliği paravan yapıp dinin hak olanına da, batıl olanını da cepheden saldırmak yerine, idealist yorumunu ortaya koyup, hak olan sosyo ekonomi politiğe davet etmek gerekir. İdeal değerlere davet te sosyal psikolojiye uygun olan, her insanın çelişkisini kendi değerlerinden referanslar vererek ortaya koymaktır bilimsel olan. Hak ve adaletin ayağa kaldırılması için de olsa, hak dinden referans vermemekte inatlaşanları anlamak mümkün değildir. İşte lakayt olanlar bunlardır. Bu kesim Ankebut suresinin 45. ayetin hakkında çeşitli bakış açılarını sunan merhum Hamdi Yazır, çok önemli bir manasını da şöyle kayıt etmiştir.

“…Yahut Allah Taala’nın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür”

Ayetle örtüşen iki önemli anlamdan biriside budur. Anlamın birisi, kâr-kazanç ve meleleşmek için değil, sınaî ticari v.s faaliyetlerin Allah rızasını kazanmak için yapılmasıdır. İkinci önemli anlamı ise, böyle bir iş Allah'ı memnun edeceği için, sizi yüce katta anar. İşte bu, sizin onu anmanızdan daha hayırlıdır. Çünkü insanın kemâl projesi, yeryüzünde Allah’ı memnun edecek şeyleri sergilemektir. Salât ve Salâvat’ın sosyal ve ekonomik anlamı ayette önemle vurgulanmakta ve tarif ve tanımı yapılmış olanın doğru sosyo ekonomi politik, bunun dışındakinin güzel olmayıp, mani olunması ile kötülükten sakının emri ile oluşacak erdemli insan toplulukları oluşturmak tavsiyesidir. Bunu ancak münkerin bâhillik(cimrilik) olduğunu bilenler anlar. Bu tema ayrıca cümlenin sonunda kullanılan özel kavram “Sana’a” (sanayi, hatta fend v.s gibi onlarca anlamı olan zengin bu kavram. Hıristiyanların ahitlerini bozduklarını açıklayan Maide suresi 14. ayette de geçmektedir) kavramı ile pekiştirilmiştir. Eğer amaç insanların sosyo ekonomik faaliyetleri dışında bir şey için olsa idi, genel bir kavram olan “Amel” say gibi onlarca kavramdan birisi kullanılırdı. Zaten son kısmın anlamı da, yaptığınız cari olanın da, idealist olacak olanın da Allah farkındadır. Sizi buna göre değerlendirecektir gerçeği vurgulanarak “ Allah yapmakta olduğunuzu bilmektedir” diye söz bitirilmektedir. Şimdi mistik uyutucu bunda bulunmayan anlamı niçin öğretisine dayanak yapar da, namazın-saâtın, insanlar için güzel ve hayırlı işler yaparak rıza kazanmaya giden anlamını örterek, pasifist bir toplum yaratmak ve yandaşları ile malı götürmeyi gözden kaçırarak örtmek istemektedir? Tabi ki insanlar, Allah’larını dilleri ile de yâd (Zikr) edeceklerdir. Bunun için bir piramitsel tahakküm kurup, akıllarını ipotek altına almaya ne gerek vardır. Maksat, eşitliksiz düzeni fark etmeyecek, insanın kör itaatini pekiştirerek her alanda ki müstevlinin nüfuzu altına girmeye hazır tutmaktır denilebilir

İşte İslam da vahi’nin amacı “Allah’a ulaşmak “ değil, Allah tarafından iyilikle yâd edilmesi ve Melekût’ta anılması için güzel ahlaklı olması ve böyle bir sosyo ekonomi politik tavır sergilemesini hedeflemiştir. Her işte, Allah’ın zikredilmesi; iş yaparken, ticari, siyasi, ekonomik faaliyetlerde bulunurken, Allah rızasının daima hatırda tutulması, Allah’ı zikretmenin en üstün biçimidir. Bu ise, Salât-Salâvat ehli olarak, hem ihtiramını yerine getirerek ulûhiyette kıst üzere olmak, hem de insani ilişkilerde kıstı sistemin temeline oturtarak, emri bil marufa (İlim ve aklın yüksek faaliyeti ile tarif ve tanımı yapılmış şeyleri) sosyal siyasete hâkim kılmak, ahlaka, iffete, kavama, hayaya yönelerek, insanların sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan dosdoğru olmasıdır. Rabbim Allah’tır deyip, sonra dosdoğru olmak ibadetin ta kendisidir.Bu tanımla biliriz ki,”Millet” kavramı, tekâmülün başını oluşturur.

Millet kavramı ile tanımlanan şey, kendini fikir dünyasında yenilemek ve bir miktar da bireysel yaşama uygulamaya çalışmaktır. Ama hâlâ amorf veya hetorejen bir toplum içindedir, henüz ilkeli bir toplum oluşturmak ve homojen bir toplum yapısına kavuşmak aşamasına gelememiştir. Bireysel çapta ilkelidir. Erdemi ilke edinmiştir. Çevresinde yeteri kadar güç birliği edecek insan yoktur veya erdemlilerin çoğunlukta bulunduğu coğrafyadan uzaktır. Bunun için de idealini dışa yansıtamaz, çevresini değiştirip dönüştüremez. Bunun için de, doğru düşünür ama mücbir sebeplerden dolayı bunu hayata yansıtamaz, örnek bir toplumu kuramaz. Yani bireyleşmiş, millet olmuş ama milletleşememiş, hukukun üstünlüğünü ilke edinerek ümmetleşememiştir veya milletleşememiştir. Yani, aynı düşüncede olanlarla milletini toplumsallaştıramamıştır. Aynı idealist değer yargılarına sahip bireyler oluşturup, toplumlaştıramamıştır.

Oysa Ümmetleşmek milletleşmeden sonraki Kemâl safhasıdır. Tabi ki doğru ümmetleşmek böyledir. Eğer yerel değişim ve dönüşümlü bir toplum kurup ayakta duracak kadar değişim ve dönüşümü gerçekleştirememiş ve bu imkânsızsa, çözüm yollarından birisi o coğrafyadan göçüp, kendisine bağımsız bir yurt edinmesi gerekir. Göçün istikameti ise, halen kurulmuş bir erdemli toplum varsa, ona doğrulur. Veya halen yeryüzünde sahipsiz ve vatan olmaya müsait arz parçaları varsa, orasının idealist topluma vatan yapılmasıyla mümkündür. Önce gelenek ve görenekten gelen fikirlerden hicret etmiş, milletleşmişti. Şimdi ise, bağımsız bir toprak parçası edinmek, erdemli hayat sürmesine engel olacaklardan sâlim olmak gerekir. İşte kendisi gibi erdemlilerle özgür bir toprak parçası üzerinde doğru ilkelere göre yaşamak için, ilkeli birlik için yapılan ahitten sonra oluşacak erdemli toplum safhasına ümmetleşme, güruhluktan kurtulan bu insan toplumuna da ümmet denilir. Yinede milletleşme ile ümmetleşme iç içedir. Çünkü “Ümm” kavramı doğal yapı ve fıtratla da ilintilidir. Öyle ise ümmetleşme bir anlamda milletleşerek varılan milli mutabakatı devam ettirme iradesinin kuşaklara aktarılması sonucunda devamı safhası diye de tanımlanabilir.(İstiklâl savaşında böyle yapılmıştı.)......

Bu amaçla yapılan, fikren kendini yenileme ve erdemli toplumu kurmak için verilen çabayı da kapsayan gayrete cihat denilir..... Onlar düşünen akıl edenlerdir. Bu öncelikle bilinçlenip taakkul, tezekkür, tefekkür etmekle başarılacak bir sürece girmektir. Onun için, öncelikle kendini hesaba çekme ve kendisiyle hesaplaşma ile işe başlanır. Kavramlar yeniden ele alınır, önceki kabuller, gelenekler, görenekler sorgulanır. Her şey yerli yerine oturtulur. Bu bir Istıfa işidir. Failine de MUSTAFA denilir. Yani hicret önce iç âlemdedir. İyilikler ve kötülükler yeniden ele alınır. Bunun için de âlemlerin Rabb’inden sadır olan ilimden yararlanılır. Çünkü âlemleri yaratan da, İnsanı yaratan da O’dur. En iyinin ve en güzelin bilgisi ve buna dayalı erdemli hayat onun katındadır. O, doğru yolu kolayca bulalım diye bize gerçek değerlerin tam listesini vahiylerle vermiştir. Dikkat edilecek şey ise, aslı ile yorumları bir tutmamaktır. Yoksa Talmud kafası ile körleştiriliriz bazı malum kişi ve gruplar gibi. Sadece atalarınıza ümmet olur Atavist ismini alırsınız.

Buradaki bitmez tükenmez ilmi ancak Faruk ve mümeyyiz olanlar, seçmesini bilenler, öz eleştiri yapabilenler alırlar. Bunlardır ki, evrendeki mikro düzeydeki denge ile makro düzeydeki denge arasındaki ahengin farkında olanlar. Önce asıl kaynağından ve gerçek ilimden bilgi sahibi olurlar. Sonra bunu fikir olarak depolarlar. İşte Atavist olmayanlar da, günü taklit etmeyen(çağdaş veya görenekçi) olmayanlar da bunlardır. Çünkü ideal olan, çağı aşmaktır. İlkeli olmak bireyleşmek de budur işte. Önce aklı ipotekten kurtarmak gerekir. Bunun için de, atacı olmak ve de taklitçi olmak belâlarından arınmak, bağımsız akıl etme yeteneği kazanmaktır. Kişilik ve kimlik kazanmaktır. Sebep sonuç arasında bağıntı kurmak, ilk sebebe kadar gidebilmektir. Analiz ve yeniden sentezleme yapabilmektir. MUSTAFA olmak, yakın sebeplerde kalmamak, parçanın bilgisiyle(bilimle) yetinmemek, bütünü aramak ve bütüne varmak için daima İLİM aşamasında ilerlemektir. İlkelerden hareketle, ilkelere varmaktır. Kavramları doğru tanımak, içlem ve kaplamını keşfetmek ve fikir dağarcığına depo ederken de, kavramı iyi sağabilmek yetisi kazanmaktır. Sonra sentezleyerek evrensel konumunu kavramak gerek.

Bu ise her gün biraz daha bilgisizliğinin farkına varmaktır. Bunu keşfeden birey narsis ve hedonist olamayacağı gibi, Allah dışında kimseyi de Rab edinmez. Kimseye de rab (Efendi) olmaya kalkışmaz. Aklını ve kendini kimsenin köleliğine terk etmez. Var ve mevcut olanın(Rayiç veya cari) dışında bir mükemmellik, bir kendinden güzel, kendinden iyi olduğunu fark eder ve onun kendisinde ve yakın çevresinde olmayan olduğunu fark etmiştir. İşte idealite de budur. Bir başka deyimle çevresindekilerin de mükemmel olmadıklarını ve mükemmele muhtaç olduklarını fark etmiştir. KEMÂL'e yönelmek, kendisini bütünleyecek parçayı aramaktır bilinçlenmek. Bu benzerleri ile sıkı fıkı ilişki kurmaya yönelişi gerektirir. Sonra, eksiği olmayana dayanıp inanmak gelir ardından. O ise Hakk’dır. Bu sadece ihtiyaçtan değil, aynı zamanda KEMÂL’e hayranlıktan doğan bir yöneliştir. Evrende mutlak erdem ve bununla Ahlaklanan biricik var, Allah’tır. Allah’a yönelmek, erdeme ilgi ve yöneliştir. Erdemli olmayı sevmeyen veya işine gelmeyenin böyle bir ilgisi olamaz. Kör ve sağır olanlar da bunlardır. O bozuk olan geçerli olana razıdır. İçinde iyilikten kırıntılar taşıyanlar ise başkadır. Güzele yönelme isteğini içinde duyanlar da bunlardır.

(Bizim neden Gazi MUSTAFA'ya, neden Gazi KEMÂL'e Yani GAZİ MUSTAFA KEMAL'e bağlı olduğumuzu ve onun Rahman'ın ahlâkı ile 'donanmış olan ortaya koyduğu fikirlerine' bağlı olduğumuzu ve neden O'na ATATÜRK dediğimizi, senin gibi ''Peygamber ve sünnet tesettürü'' gerisinde şeyhine tapanlar, neden ATATÜRK'e tapmadığımızı, neden Millet olarak onun fikirlerine yöneldiğimizi anlayamazlar. Meczublar anlayamazlar. İstersen son iki paragrafı bir daha, bir daha, bir daha oku bakalım beyninin zincirlerini kırabilecek misin? Sen T.B.M.M. ifadesindeki BÜYÜK MİLLET ile ne anlatılmak istediğini bile bilemezsin.)

Yönelmek için de, önce erdem nedir, sorusuna doğru yanıt bulmak gerekir. Sonra hangi fikir ve eylem erdemdir. Bu soruların doğru yanıtını ancak, akıllarını gelenekçi ve görenekçiliğe ipotek etmemiş gerçek akıl sahipleri, akıl etmenin yol ve yöntemini bilmek ve bulmak sureti ile başarırlar. İşte Istıfa budur. Önce kişi kendinden başlar eksiklikten huzursuz olup, mükemmellik ihtiyacı duymaya. Kendisini yeniden yapılandırmak ve gerçeği arama lüzumu duymak eğilimidir bu. Modernizm insanı işte bunu terk etti. Hakikat nedir arayışını bıraktı ve faydalı nedir, fırsatçılık daha iyidir ilkesizliğine kapıldı. Seçici olmak insanlaşmaya çalışmaktır. Belleğindeki fikirleri yeni ve doğru bilgi eşliğinde tekrar analiz ve sentezler, böylece bilgiye ve doğru bilgiye dayanan yeni kazanımlarla fikir oluşturur. Bunu kendini yenilemek için yapar. Şeylerin cüzi ve kopuk bilgisi anlamına gelen bilimin içinde bulunduğu ''evrensel bilim'', yani ilim, ölçü alınarak yeniden yapılandırmaktır. Bir başka deyişle bilim gereklidir, ama yeterli değildir, ilkelerine sadık kalma işidir bu. Parçadan bütüne varmak kemâl arayışının gereğidir. Bir anlamda da bilim fazilet içindir, ilkesinin kabulüdür. Bunun içinde, bilimin ona sahip olan kişiye sağladığı fayda ile yetinmeyip, evrensel faydası nedir ile meşgul olmaktır. Bu fayda herkes için midir sorularını sorup, olumlu cevap alma istek ve iradesidir. Çünkü bilim ona sahip olana güç verir. Ancak bu güç, güçsüzler için de zararınadır. Güçsüzlüklerinin daha da zaafa uğraması sonucunu doğurur. Öyle ise, bilimin ilimle denetlenmesi, yani evrensel fayda ve zararlarının göz önün de tutulup, herkes için iyi herkes için faydalı ilkesi sınırları için de kullanılmasının düzenlenmesinin ismidir erdemli düşünmek ve erdemli olmak.

(''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir'' diyen GAZİ MUSTAFA KEMEL ATATÜRK'ü neden ATA olarak kabul attiğimizi belki yukarıdaki satırları okurken sezebilmişsindir.Ama zannetmem.)

Bu, en güzelin, en iyinin aranması “köküne inmek” olarak isimlendirilebilir. Yani ilke ''kök bilimi'' ve ''ilke bilimi''dir. Ümmet olmanın bir başka anlamı da “Ümm” kökünün bilimi, şeyin köküne-esasına inmek, ilkeleri belirleyip onları benimsemektir. Onun literatüründe, görenekçi ve gelenekçi olmayan, bilimsel analizler yaparak bilimi esas alan, ilimle, biliminin denetimini yapmayı akıl eden ve böyleleri ile bir birlik oluşturma ve itidal üzere yaşamayı mefkûre edinen kişiye ümmet denilir. Yani Milleti (fikri ve ahlakı ) güzel olanların, idealistlerin milletleşmesi İbrahim milletliğidir. Çünkü onlar Rahmet babalarıdır. Erham’dırlar. Mübalağa ile sever, Mübalağa ile acırlar. İdeal olan ve kandaşlığın fanatik çemberini kıranlar ve onu aşanlarda bunlardır. Errahmanerrahimin’in ahlakı ile ahlaklanmışlardır... Bunlar (Çok merhametliler) parçanın detaylı bilgisi anlamına gelen bilime inerler, ama burada kalmayıp ürettiklerini tekrar sentezleyerek ilimle bunu evrenselleştirenlerdir. Bilimde kalanlar erdemi önemsemezler. Onlar, bilimin günlük getirisi ile yetinir, gerçeği araştırmazlar. Bu ikisi arasındaki en belirgin fark, yasalaştırma alanında, kanun yapanla hukuk yapan arasındaki fark kadar derindir. Kanunla yetinip, evrensel ilkeleri(ilmi) ihmal eden, bir pozitivist gibidir bilimde kalan. Böyle birisi nasıl adaleti yakalayamazsa, bilimde kalanda hakikati yakalayamaz. Bilim gereklidir, ancak yeterli değildir.

Bilimle ilim arasındaki farka, hukuk alanından örnek vermemiz tesadüfî değildir. Sözü vahyi asıllarıyla onların yorumlarının kanunlaştırılmasındaki yetersizliğine değineceğimiz için örneği oradan verdik. Bir başka deyişle kanunda kalan, iyi bir kural resmileştiricisidir, kendisine fıkıhçı denilebilir. Ama, hukuku ihmal ettiği, evresellikten bihaber olup, erdemle ilgilenmediği için, iyi bir şeriatçı(evrensel hukuku bilen ve erdemi cari kılan) değildir. Kanuncu herhangi bir davranışı resmileştirdiği ve bunu maksat edinip, bununla yetindiği, ilme ulaşıp hukuku hesaba katmadığı için, hayrın hizmetinde olabileceği gibi, pek ala,şerrin hizmetinde de olabilir.Çünkü erdem şartı, ilimle denetlenmemiştir. İlimsellikten habersiz ve bu alana ilgisiz olanların bir kesimine, felsefe alanında “görgücüler” denilir.Yine bir kısmı, gnostik, bir kısmı agnostik, bir kısmı materyalist düşünce yapısına sahiptirler. Hepsi de çıkar açısından Maddeci, yani egoist materyalisttirler. Üzüm peşindedirler, bağcıyı sormazlar. Fikir dünyaları pragmatist, Makyavalist, oportünisttir..Üzümü yer bağını sormazlar. Bağcıya vefaları yoktur. Başkalarının ne yiyip, ne yiyemedikleri onların ilgi alanında değildir....

Oysa realite hakikat değil göreceli gerçekliktir. Hakikat kavramı ise çok kapsamlı olup, ayrıca gerçek üstücülük deyimini kullanmayı gerektirmez. Çünkü göreceliliğin ötesini zaten kendiliğinden içermektedir. Anti idealist oldukları için, idealizmi hayalcilik olarak niteleyip akıl etmeyenlere yuttururken, bununla yetinmeyip, geçmiştekini ve halen mevcut olanı idolleştirmek gayelerini pekiştirmeye çalışırlar. Oysa bu kesimin kasıtları “Gayb”(idealite)yi inkârdır. Yani kasıtları erdemi yok saymaktır. ''İnsanın idealize olması mümkün değildir'' fikrini yerleştirmeye çalışlar. Onun hayvani yönleri baskındır, öyle ise, ''doğal temayülü istikametinde onu serbest bırakmak ve teşvik etmek, bunu kısıtlayan ilke ve kuralları değerden düşürmek gerekir'' fikrini yerleştirmektir amaçları. Bütün özelleştirmecilerin görüşleri budur. Bu tezi savunmanın, ''ahlak ve din iflas etmiştir'' demekten başka anlamı mı vardır? Bir kısmı bir de sıkılmadan dindar olduklarını iddia ederler. Bu ise nefse tapım dinini teşvik etmektir. Bu ise eski bir pagan dinidir. Promosyonla verimliliği artırmak diyebiliriz. Prometheusçuluk budur. Başka bir deyimle, ''insanın koşarcasına yarışması için, maddi getiri karşılığında gayrete getirmek gerekir'' ön kabulüdür. İnsan Allah için değil, çıkar için gayret gösterir demektir bu. Bu ise Sekuler düşünceden başkası değildir. İster kendilerine maddeci, ister faydacı ve fırsatçı deyiniz, idealiten uzak insanlardır. Kendilerini gnostik veya agnostik olarak tanımlamaları hiç önemli değildir. Buna çok tipik bir örnek Türkiye gnostik, agnostik, materyalist ve realitecilerini misal verebiliriz. Geleneksel dini inançlarını sorgulamayan bir kısım muhafazakâr kesimin gnostiği de agnostiğide özelleştirmeden yanadır. Yani insanlar Allah rızası, vatan sevgisi, Sıla-ı rahim-halkçılık ilkesine göre motivize edilemezler, onlar ancak maddi çıkarlarda serbest bırakılarak gayrete getirilebilir tezini benimsemekten başka şey mi söylemektedirler? Bunun dini ve Allah için iş yapmanın dini ilke olduğunu inkâr etmekten ne farkı vardır? Ya ahmaktırlar, yada milleti ahmak yerine koymaktadırlar.

(Allah, ateistlerle uğraşmayıp bunlara yüklendiğinden, bakışları kendi üzerlerinden onlara yöneltmek için de ağızlarından ateist lafını düşürmezler. Parmakları hep onları gösterirken cambaza bak cambaza oyunu bunların en hoşlandıkları oyundur. Herkesle kavgalıdırlar, hakaret en başat hitap sitilleridir ve bunu ''hitabette sanat'' olarak sunarlar)

Böylece, maddi gelişmenin sağlanacağını ve ”dünyada cennet yaratmak” olarak özetlenecek yemlerini tuzaklara yerleştirirler. Oysa cennet, ot ve et tutkunlarının aradıkları ve sandıkları maddi zevkler galaksisi ,(göğüsleri yeni tomurcuklnmışların sunulduğu yer) değildir. Bundan daha güzel olan bir şey vardır ki, oda güzel ahlaklı insanlarla birlikteliğidir. Kendileriyle olunmaya, hakiki dostluk yarenliklerine doyulamayan canların birlikteliğidir. Bunu Materyalist kindarlar, hasetçiler, kavgadan, ezip yok etmekten haz duyan ilkel libido mecnunları asla bilemezler.

Zaten aklın zevkleri(sevinçleri), onlara göre değildir. Bunlardır, atomu parçalayanlar ama, halen atomcuların materyalist tezlerini uyduruk felsefelerini atomla birlikte parçalanıp yıkıldığı görmezden gelenler. Bunlardır, parçalanan atom biliminde kalıp, onun ilmine ulaşıp, maddenin mutlak olmayıp arka planı bulunduğunu idrak etme yerine, onu silah haline getirip yüz binlerce insanı yok etmek için kullananlar. İlme geçemeyip, bilimde kalmanın acı sonuçları bununla da bitmez. Bununla da yetinmeyip, tüm dünyayı ve insanlığı toptan yok edecek açık ve gizli plan ve projeler yapanlar da insanın ilkel libidosunun mülksel ve cinsel zevklerini serbest bırakmanın ismi olan, serbest yer ve serbest piyasa doktrinini savunan etçi ve otçu güruhtur bunlar. Globalleşen şey de işte bu insanlık dışı olma halidir''.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (15. December 2016 Saat 06:53 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 6 Kisi:
Anonymous (29. November 2011), dost1 (24. November 2011), hiiic (23. November 2011), merdem (9. November 2012), Miralay (30. November 2011), yeşil (23. November 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
beylere, gündelik, hanım, hayat, mezhepçi, tavsiyeleri


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:18 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam